22 Aralık 2011 Perşembe

Yazık

Bazı insanlar vardır; hayatlarında bir yere gelememiş, hep başkalarının yaptıklarına, çevresine gıpta ile bakan. İşte o insanlar aslında çok tehlikelidirler. İnsan en yakını gibi görünüp onu deli gibi kıskananlar, herkesin kendilerini taparcasına sevdiğini etrafa lanse edenler, elini sallasa ellisi olduğunu savunanlar, iki arkadaşı birbirine düşürmeyi hedefleyenler falan... Ha bu arada iki lafından biri de yalandır bunların. Arkandan iş çevirirler, başarılı olamayınca yine sana dönerler ve tabi zeytinyağı gibi üste çıkarlar. Sense ağzını bile açamadan kanına girerler tekrardan.

Üzücü böyle insanların olması... Merak ettiğim birkaç şey var: Bu insanlar nasıl rahat uyuyorlar? Ya da kendilerini nasıl yalnız hissediyorlar da bunları yapıyorlar aslında? Büyük ihtimalle kendilerine bile itiraf etmekten korktukları şeyler onları bu davranışları yapmalarına teşvik eder. Nasıl ağır bir yüktür bu? İnsan düşüncelerinde boğulur resmen.

Galiba çocukluklarına inmek lazım böylelerinin. Belki o zaman nasıl düzeltebileceğimizi öğreniriz. Çünkü ben kendime yapılanlardan da arkadaşlarıma yapılanlardan da bıkmış durumdayım. Rahat bırakın be adamı! Size ne? İnsanların hayatınızı mahvedeceğinize gidin kendi mahvolmuş hayatlarınızı düzene sokun, belki o zaman sizi gerçekten olduğunuz gibi sevecek insanlar bulursunuz.

İmza: Bir dost...

17 Aralık 2011 Cumartesi

En büyük korkum...

Kaç gündür Grey's Anatomy izleyip bunalıma giriyorum ve bunu bilerek yapıyorum sanki. Her bölümün sonunda hıçkıra hıçkıra ağlıyorum, o kadar ağlıyorum ki çenem ve kulaklarım acıyor. Ama bugün neden bu kadar ağladığımı, neden bu kadar etkilenip üzüldüğümü farkettim: Kaybetmek korkusu fena yer etmiş bende. Ne yaparsam yapayım gitmiyor bir türlü. O kadar kayıp yaşadım şimdiye kadar hayatımda ama hala alışamadım yokluklarına, hala aklıma geldikçe gidenler hüngür hüngür ağlıyorum. Çok normal halbuki zamanın dolunca gitmek. Ama neden bırakamıyoruz o zaman? Neden canımız bu kadar acıyor? Neden alışamıyoruz?

O kadar zor geliyor ki bu yazıyı yazmak şu anda bana. Her geç çalan telefonda kalbim deli gibi atmaya başlıyor, her seferinde korkarak elim gidiyor tuşa. En büyük olaysa bu kadar uzaktayken olur da sevdiğim insanlara bir şey olursa ben naparım korkusu. Onları o kadar zaman görmeden, onlara dokunamadan, sarılamadan, seni seviyorum demeden kaybetme fikri beni deli gibi korkutuyor. Çok korkuyorum, korkumun geçmesini sağlayacak bir şey bulamadığım için daha da panik oluyorum.

Gidenleri çok özlüyorum... Keşke dediğim o kadar şey var ki. Ama ne yaparsak yapalım keşke demeyecek gibi yaşayamıyoruz malesef. KEŞKE yaşayabilsek pişman olmadan, düşünmeden hiçbir şeyi...

Özlüyorum, korkuyorum ve ağlıyorum...

13 Aralık 2011 Salı

Sanat aşkı

Geçen hafta Madrid'e gittim: Uzun zamandır doğru düzgün gezmemiştim, zamanım Hamburg'da arkadaşlarımı ağırlamakla geçiyordu, ben de kendime biraz zaman ayırıp Madrid'e kaçtım. Gittiğimde öğrendim ki ne Floransa ne de Paris benim için sanatın başkenti artık Madrid.
Tutturdum azıcık olan zamanımda bile müzelere gideceğim diye. Öncelikle şunu belirteyim hayatımda böyle müze gezmedim kendimden çok utanıyorum. Malesef 3 müzeyi de 2 güne sığdırmam gerekti, tahmin edeceğiniz üzere koştura koştura gördüm bütün eserleri, hatta Reina Sofia müzesinde göremediğim çok sayıda eser kaldı.
Öncelikle Thyssen-Bornemizsa'ya gittim. Bir ailenin toplamış olduğu dünyaca ünlü eserler sergileniyor orda. Yaklaşık 1600 sanat eseri varmış, 3 kattan oluşuyor. Müzede eserleri sergilenen sanatçılardan birkaçı: Bacon, Braque, Cezanne, Chagall, Dali, Dürer, Gauguin, van Gogh, Goya, Greco, Jawlensky, Kandinsky, Klee, Lichtenstein, Macke, Miro, Munch, Münter, Nolde, Picasso, Rodin, Toulouse-Lautrec, Velazquez... (En önemli isimleri saydım ki saymadığım onlarca isim var daha...) Hiç böyle bir müze beklemiyordum açıkcası. Çok memnun kaldım ama bir gün yeticeğini düşünmüyorum adam akıllı gezmek için.
Thyssen-Bornemizsa'dan sonra başka müze gezecek halimiz kalmadığı için Prado ve Reina Sofia'yı ertesi güne bıraktık.
Reina Sofia'yı Picasso'ya olan aşkımdan sona bırakmak istedim. Prado, Thyssen-Bornemizsa'dan 2-3 kat daha büyük olduğu ve zamanımız olmadığı için koştur koştur gezdim resmen. Ama Velazquez'in Las Meninas eserini görünce o yorgunluk da geçti... Kesinlikle gidilmesi gereken bir yer. Bosch, Goya, Dürer ve Velazquez'in en önemli eserlerini görebilirsiniz.
Ordan çıkıp zaten çok yakınında olan Reina Sofia'ya yürüdük. Benim için Madrid gezimin doruklara ulaştığı yerdi. Önce Dali'nin eserlerinden başlayıp yavaştan Picasso'ya geçtik. 2. katta Picasso'nun meşhur Guernica'sı sergileniyor ondan önce de eseri duvara geçirmeden önceki yapmış olduğu eskizlerin sergilendiği salona girdik. Her şeyi yavaş yavaş inceleyip Guernica'yı öyle görmek istiyorum derken arkamı dönmemle Guernica'nın sağ tarafında elinde meşale tutan kadını görmem bir oldu. Tüm dikkatim dağıldı sanki hipnotize olmuş gibi direk o salona geçtim. Yere oturup iyice incelemek istedim ama galiba ortalığı birbirine katacakmışım gibi bir izlenim verdim ki görevliler ayağa kalkmamı işaret ettiler. Yaklaşık 30 dk boyunca ayakta dikildim kıpırdamadan galiba bu srada istemsiz olarak gözümden yaşlar süzüldü. Hayatımda görmeyi en çok istediğim tablonun önünde duruyordum, daha ne olsun!...
Reina Sofia kesinlikle modern sanatla ilgilenenler için vazgeçilmeyecek bir yer...
Kaldı ki Reina Sofia ve Prado'ya giriş öğrenciler için ücretsiz, Thyssen-Bornemizsa ise sadece 5.5 Euro ve samimiyetle söylüyorum gitmezseniz çok pişman olursunuz...

Ah bu arada Madrid de efsanevi bir şehir, kalabalık, eğlenceli ve gerçekten Avrupa'daki birçok yere göre çok ama çok ucuz yiyecek ve içecek bakımından (deri çantaları da unutmamak lazım ama küçük bir tavsiye boğa derisinden yapılmış olanları almayın; odam hala kokuyor)...

Sırada Londra var =)

28 Kasım 2011 Pazartesi

Teknolojik adam vesselam

Hep dedim hala da diyorum; benim babam teknolojik adam vesselam. Bilgisayarla ilgili bir problemimiz olsun, fotoğraf makinası ile ilgili, klimalarla alakalı... adam her şeyi düzeltiyor ya. Hatta bir problem mi var? Ara: "Baba ya laptop bozuldu şu şu oldu" de, anında sana telefondan ne yapman gerektiğini anlatır.
Neyse... Demin çok güldüğüm bir şey oldu, babamın twitter hesabını buldum. 4 ekimde Ahmet Çakar'a attığı bir tweet var. Aynen copy paste yapıyorum:
Merhabaçok beğendiğim bir yorumcusunuz.Ancak o kadar çok kişi aynı anda konuşuyor ki 5 dakika bile bu gürültüye dayanamıyorum."

Ya ben seni nasıl seviyorum var ya! İyi ki BENİM babamsın, iyi ki... <3

26 Kasım 2011 Cumartesi

Murphy allah belanı versin tamam mı?

Şu Tommy Hilfiger'a ağzıma geleni söylemekten kendimi alıkoyamıyorum. Napayım? Bir çizme alındıktan 3 hafta sonra nasıl kendi kendine yırtılır? Yaklaşık 2 ay Tommy'nin gereksiz servisi ile uğraştım. Zaten o arada yaz geldi. Şimdi Hamburg'a getirdim ya bu sefer de fermuarı bozulmuş... Gene tamire gitti. 2 aydır yağmur yağmayan yerde sırf çizmemi verdim diye yağmur yağmaya başladı!!! Arkadaşlara sözüm var dışarı çıkamıyorum spor ayakkabılarıma kaldım diye. NE HOŞ!

Hadi onu geçtim. Geçen gün anlamıştım ama bugün iyice anladım taş devrinden kalma bir yerde yaşıyorum ben. Kiwittsmoor dedikleri yer aynı Stephan King romanlarındaki yerlere benziyor, ne bir alışveriş yeri var ne bir benzinci fln... Neyseee bu saçma yurttaki her şey de eski haliyle. Geçen fırının kulpu gevşemişti, bugün de durduk yerde fırına yapışık olan cam fırından ayrıldı! Yapışkanlığı gitmiş resmen. Kaç yıllık acaba çok merak ediyorum. Esas korktuğum şeyse gidip adamlara dersem sen yaptın deyip 500 euroluk faturayı tutarlar herhalde gözüme. Demin arkadaşımla benzinciye gittik, adam endüstri yapıştırıcısı var onu alın dedi. Bakalım , pazartesiye kaldı işimiz (pazar lanet olası Almanya'da heryer kapalı =( ). Umarım halledebiliriz =(

Az kaldı oturup kaderime ağlayacağım!

25 Kasım 2011 Cuma

Stolpersteine (tökezleten taşlar)

Aslında bayağıdır yazmak istiyordum bunu. İlk Hazal ile Berlin'e gittiğimizde keşfetmiştik bunu, daha önce Bavyera'da hiç görmemiştim. Almanya'nın üst kesimlerinde, özellikle de kuzeyinde yerlerdeki kaldırım taşlarına baktığınızda görebileceğiniz altın renginde üstünde isimler ve tarihler yazılı taşlar var. Bu taşlara "Stolpersteine" (tökezleten taşlar) deniliyor. 2. Dünya Savaşı öncesi ve sırasında öldürülmüş/yahudi kamplarına götürülmüş ve orada ölmüş yahudiler, eşcinseller, politikacılar için yapılmış bir şey. Hamburg Üniversitesi'nin kampüsünde neredeyse heryerde var bu taşlardan.


 Bugün çok merak ettim bir arkadaşa sordum, neden burda bu kadar çok taş var diye. Meğer eskiden Hamburg Üniversitesi'nin olduğu yerde bir sinagog varmış ve yahudilerin yoğun olarak yaşadığı, vakıflarının olduğu bir bölgeymiş burası. Dediğim gibi daha önce Berlin dışında başka bir şehirde böyle bir şeye rastlamadım.

PS: Belki de yerde farklı şekilde olan taşlar dikkatimizin dağılmasına sebep olup tökezlememize neden olduğu için adı "Stolperstein"... Bu katliami hep hatırlayalım diye...

Hayır nedir yani bu?

Şu anna-babaların: " Kızım/oğlum facebooktan bizi eklesene" tripleri ne olacak hiç bilmiyorum. Çok enteresan insanlar aslında anne ve babalar. Her şey kontrollerinde olsun isterler. En azından benimkiler. Hayır ne yapacaksın yani? "Aaaa hiç sana yakışıyor mu böyle yazmak? Bir genç kız böyle mi konuşur arkadaşlarıyla?" lafları başlamayacak mı sanki? Allah aşkına ya annesi de babası da öğretmen olan birinden (benden) bahsediyoruz burda. İmla kurallarına bile dikkat ederler kesin.
Hadi arkadaş olduk diyelim. Ne geçti eline? Yaşasın kızım facebookta arkadaşım mı diyeceksin elaleme? Sanki kalkıp size her bir olayı anlatmıyorum. Orda ne yazıyorsam zaten biliyorsun. Fotoların altına mı yorum yapacaksınız? (Allah korusun!:D)
Gerçekten bazen bu kadar teknoloji ile ilgilenen bir aileye sahip olmasaydım diyorum. Tamam çok iyi, başım sıkıştığı an arayıp telefondan bile laptopumu tamir ettirebiliyorum ama her şeyin bir sınırı vardır a dostlar! Değil mi ama?
Esas bomba da: "Bak arkadaşlardan duyuyoruz, fotolarını eklemişsin hatta 2. dönem de Hamburg'da kalacağını da yazmışsın, ee bizim haberimiz yok!" Pardonnn??!! Haberiniz olmadan nasıl burda kalabilirim acaba? Hayır anlamadığım da kimden, nerden duyuyorsunuz fotoları, iletileri...

Benim ailem ciddi anlamda ajan olmaya başladı galiba, yoksa başka bir açıklaması olamaz bunun...
Enteresan...

24 Kasım 2011 Perşembe

Öyle böyle değil

Kafam nasıl karışık anlatamam. Dün en çok istediğim şeylerden biri oldu: Hibeli bir şekilde 2. dönem de Hamburg'da kalabileceğimi öğrendim. Hiç tereddüt etmeden kalktım Melisa hocaya mail attım.
Ama sonra -her şey iyi gitmez ya- gene erasmusa geldiğimdeki gibi saçma sapan olaylar oldu. Bir insanın kendine güvenememesi yüzünden ya da bana yeteri kadar değer vermemesinden dolayı ilişkimiz bitti. En sinirlendiğim ve üzüldüğüm şey burda; zaten ben geldiğimin 2. haftası bitmişti ne gerek vardı -devam ettiremeyeceksen- 2. bir şansa? İnsanların hayatı çok kolaymış gibi davranıyorlar ya yemin ederim öldüresim geliyor. Sen kalk erasmus yap, düzenini ona göre yap et... Sonra: "Üzgünüm, ben yapamıyorum, seni çok özlüyorum, sinirlerim bozuluyor." Gerçekten çok basit, her şey çocuk oyuncağı çünkü. Dün kendimi oyuncakmış gibi hissettim resmen. Elvin ben sıkıldım, Elvin seni özledim ve Elvin olmuyor. Elvin ise sadece susup tamam diyen taraf. Hayatımda bu kadar aciz olduğumu hatırlamıyorum. Ben ki herkese ağzıma geleni esirgemeden söyleyen kız, kalkıp susacak! Demek ki çok alışmışım olanlara, demek ki zaten bekliyormuşum, demek ki karşımda zaten zayıf olduğunu bildiğim biri varmış.
İçimde o kadar söylemek istediğim şey var ki... Söylesem fazla kırıcı olacağım ve sinirlerim yıpranacak yine. Söylemezsem de içime attığımdan sadece daha kötü olacağım. Şunu yazarken bile kolum uyuştu sinirden. Sadece o insan karşımda olsun istiyorum ki ağzıma gelen her şeyi söyleyebileyim.
Ama ne hali varsa görsün. Şunu biliyorum kendi kaybı...

Benim esas kafamı karıştıran konuysa 2. dönemi yapıp yapmamam. Karar veremiyorum bir türlü. Acaba sinirden mi yazdım Melisa hocaya maili diyorum. Pat diye hibeli kalabilirsin cevabı gelince neye uğradığımı şaşırdım kaldım çünkü. Kalsam mı pişman olurum, dönsem mi? Hiçbir şey bilmiyorum. Bir an önce halletmem lazım sadece evraakları. Ama demin öğrendiğime göre de erasmus bürosu 30unda kadar kapalıymış... Belki de evrakları geç gönderdim diye kalamayacağım... Kim bilir...

İlk defa böyle bir yazı yazıyorum... Sadece içimdekileri dökmek istedim o kadar.

31 Ekim 2011 Pazartesi

Veeee kasım gelir =)

Yarından itibaren kasımın 3 haftası doluyummmm =)
İlk haftası bir tanecik arkadaşım Hazal teeee Ankaralardan beni ziyarete geliyor. Aşırı heyecanlı ve sevinçli olduğumu söylememe gerek yok sanırım. Tam bir kız haftası olacak, dertleşmeler, kafa dağıtmalar (genel dağıtmalar!!!), gezmeler, tozmalar. Şimdiden cumayı iple çekiyorum her güne bir şeyler ayarlamaya çalışıyorum diyebilirim =)
İkinci haftası taaaa 3 senedir görmediğim Münih'ten arkadaşım Stefan gelecek, senelerdir farklı ülkelerde buluşma planları yaparken şaka gibi gene Almanya'da buluşuyoruz =) Bu sefer o bana Hamburg'un bilmediğim köşelerini gösterecek...
Ondan bir hafta sonra da Aachen'dan erasmus arkadaşlarım Başak ve Çişem Hamburg'a ayak basacak... Tam bir erasmus hafta sonu olacak kesinlikle, bol gezmeli ve eğlenceli. Ve ben şimdiden çoook heyecanlıyım.

Son haftam boş gelmek isteyenler varsa duyurulur :D

PS: şişme yatak alsam iyi olacak galiba. Hmm...

Far far away...

Neden bilmiyorum ama yazmayalı çok olmuş. Uzaklardan hem de çook uzaklardan (tamam canım abartmaya gerek yok) yazıyorum. Sonunda bir senedir dört gözle gelmeyi, yaşamayı beklediğim Hamburg'dan yazıyorum, daha ne olsun =)
Gelir gelmez çok şey oldu yine, saçma sapan sinir bozucu, ama işte uzakta olunca üstesinden gelmek çok daha kolaymış bunu anladım. Bazen "far far away" insana gerçekten iyi geliyormuş. En azından olayları, insanları daha iyi anlayıp analiz edebiliyormuşum (bu becerim varmış, gerçekten de!).
Şu 3 haftada şunu çok iyi anladım; ne kadar gereksiz, ne kadar saçma, ne kadar sahte insanlara değer vermişim. Ama hepsi geçiyor, çok kısa bir zaman sonra hatırlamayacağım bile belki. Sadece geçerken biraz canımı acıtıyor o kadar. Ee bu da olsun artık =)
Hamburg'un güzelliği, hareketli hali benim düşünmemi engelliyor en azından. Burası mükemmel bir yer. Ve henüz keşfetmeye vakit bulamadığım bir sürü yeri daha var. Hepsi daha temiz bir "Elvin" ile daha da güzel gelecek gözüme eminim...

Şimdilik sadece; İYİ Kİ GELMİŞİM <3

30 Ekim 2011 Pazar

Değil mi ama?

"Biri, kabuk tutmuş yaralarımızı okşamaya başladığında, cırt diye açılıveriyor ve oluk oluk kanama başlıyor yeniden birine teslim olduğumuzda ve içimizi döktüğümüzde, bedenimiz ve ruhumuz kan içinde kalıveriyor.
O yüzden değil mi içimizi tutmamız? Birisine teslim olmaktan korkmamız?
Ortalıkta tedirgin ve gergin dolanmamız? “Anlatsam mı, anlatmasam mı” kararsızlığımız, “Bu sevgi beni acıtır mı” kuşkularımız…
Her zaman seni üzecek birileri olacaktır. Yapmamız gereken sevginin bize vadettiklerine güvenmeyi sürdürmek…
Ama kime iki defa güveneceğimizi iyi seçmek…"

13 Eylül 2011 Salı

Öylesine işte

Bazen ya da sık sık moralimin bozulduğu olur benim. Şu an gibi mesela. Durduk yerde pat diye boom her şey altsüt olur. Gene öyle bir gün... Neden bilmiyorum ama öğlen gayet iyiyken gene bir garipleştim. Sevmiyorum bunu, neden hep aynı olamıyorum? Neden duygu karmaşası yaşıyorum? Neden en ufak şeyi kafama takıp büyütüyorum? O kadar çok şey var ki kendimde açıklayamadığım... Elbet bir gün öğreneceğim... Şu saçma sapan yazıyı da belki biraz bile olsun düzelirim diye yazıyorum. Gitsem artık, uzaklaşsam. Belki dönmesem? Ya da o kısacık süre yıllar gibi gelse bana işte o zaman rahatlayabilirim... İşte o zaman gerçekten kendimi "Elvin" gibi hissettiğim yerde mutlu olabilirim...

1 Eylül 2011 Perşembe

Nerde o eski bayramlar...

Severim ben bayramları. Benim için dağınık olan ailemizin buluştuğu zamanlardır... En azından eskiden öyleydi, büyükannem vefat ettikten sonra her şey yavaş yavaş değişmeye başladı. Babamın teyzeleri Antalya'ya gelmemeye başladılar bayramda -nasıl olsa pamukannem yok diye- böylece bayramlar git gide eski güzelliğini yitirmeye başladı.
Ama bu bayram gene güzeldi. Eskisi kadar olmasa da gene sabahtan babaannemde buluşuldu, akşam sofraya beraber oturuldu, uzun süredir olmadığı kadar büyüktü sofra bu sefer. İki misafirimiz de vardı: Aytek abimin iran kedisi Hacı ve Gözde ablamın labradoru Jolie... Eve nee kattılar, büyük küçük demeden herkes minik misafirlerimizle bir oldu ve yerlerde yuvarlandı.

Tabi bütün bu güzel şeyleri ne böldü: TOPLU SMSler... Kusura bakmayın ama siz de atıyorsanız eğer bu smsleri dikkatlice okuyun: kimse "Aaaa bak Ayşe ya da Mehmet bana sms atmış" diye sevinmiyor. Sevinecek bir şey yok çünkü adı üstünde toplu atılmış olan bir mesaj bu. Hadi adına atılsa anlarım çünkü sen hatırlanmışsındır -rehberden herkese gönder tuşuna basılmadan atılmıştır o mesaj- severim de hatırlanmayı... Ama zırt pırt telefonun mesaj geldiğini bildirirse ve o mesajlar cidden aynı olmaya başlamışsa artık bıkkınlık geçirirsin. Madem bayram arkadaşım bir ara halini hatrını sor karşıdakinin. Hiçbir şey birinin sesini duymaktan, o mutluluğu sesinden anlamaktan daha güzel değildir. O kadar mesajcıysan büyüklerine de hiç gitme al eline telefonu at bir mesaj!
Neyse zaten hiçbir şeyin tadı eskisi gibi değil, ama en azından birazcık bile olsa adetlerimizi yerine getirmeye çalışalım... "Eskileri" mutlu etmek ve "yenilere" hep hatırlatmak adına...

Bayramınız kutlu olsun! =)

22 Ağustos 2011 Pazartesi

İnat ettim GİDECEĞİM

Nedense evren midir nedir benim erasmusla Hamburg'a gitmemi istemiyor galiba. Ne yaparsam yapayım her şey ters gidiyor. İkinci keredir postam kayıplarda... İlk kaybolan postam sayesinde yurttaki yerimi kaybettim o da yetmedi şimdiki de kaybolursa hibem geç yatacak. Bu da benim için çok önemli bir olay, öğrenciyiz sonuçta... Ama yılmıyorum, kalacak yerim olmasa da ben Hamburg'a gideceğim...Gitmemi istemeyen arkadaşlar da bunu iyice kafalarına soksunlar daha fazla da sinirlendirmesinler beni :D
Hayatımda ilk defa bir belgeyi yedeklemeden yurtdışına gönderdim, tabiki bir terslik çıkması gerekiyordu değil mi?
Belgem kayıplarda yukarıda da yazmış olduğum gibi. PTT 4 Ağustosta Hamburg'daki erasmus bürosuna teslim edildiğini söylüyor, Hamburg'dakiler ise ellerine benimle ilgili bir belge geçmediğini iddia ediyorlar. Valla sıkıldım artık. Bu başıma gelenler pişmiş tavuğun başına bile gelmez o derece. Ama ben ne yaptım orda alacağım derslerin bir listesi elimde olduğu için Learning Agreement'ımı doldurdum imzalayıp scan halini bölümdeki hocama gönderdim, hocam sağolsun imzamın üstünden geçecek ve koordinatörümüz olan bölüm başkanımıza imzalatacak. Orada da arkadaşım devreye girip belgemi ab ofisine imzalatmaya götürecek. Esas önemli olan yer burası: AB OFİSİ ve MELİSA HOCA. O bir sorun çıkarmazsa her şey yolunda gidecek...
Ne olursa olsun kafama koydum ama ben Hamburg'a gideceğim. Kusura bakma evrenciğim bu sefer seni dinlemeyeceğim ;)
Buradan da tüm erasmusla giden arkadaşlarıma sesleniyorum: Umarım gittikten sonra bütün bu yaşamış olduğumuz sıkıntıları unutup hafızalarımızdan silinmeyecek olan muhteşem günler geçireceğiz...

16 Ağustos 2011 Salı

ah şu eski nesil

Eveeet, ben bugün hastaneye kaldırıldım. Ama değinmek istediğim konu bu değil tabi, önemli olan şey hastanın başında neler konuşulduğu.
Hastaneye gitmeden önce babaannem eve geldi sağolsun canım arkadaşlarım da beni direkt hastaneye yetiştirdiler gören doğum yapıyorum sanırdı öyle bir sancım vardı yani, neyse daha apartmanın kapısında başladı: "cık cık cık, bak terli terli klimanın karşısında oturdun böyle oldu. Ah yavrum ben sana demedim mi? Bir de temizlik yaptın, ahh ahh şu üniversitede de gençler beslenmeyi hiç bilmiyorlar..."
Neyse efendim acilde yatıyorum, hemşire kolumu mahvetmiş serumlu halde uyumaya çalışıyorum, başımda canım ayşegül teyzem (komşumuz olur kendisi dünya tatlısı) ve babaannem saçlarımı okşuyorlar bir yandan da muhabbet ediyorlar. Ee hani nerde dinlenme? Ben hala ağrıdan ölüyorum bir yandan da "Ühühühüh annemler Roma'da tatil yapsınlar beni burda tek bıraksınlar ben de hasta olayım zaten!" şeklinde söyleniyorum deli gibi acıdan ağlarken.
1 saat sonra yeni uykuya dalmaya başlamışken babaannem: "Hülya teyzenin çok selamı var, bilmem nerde ev almışlar" Şimdi ne alaka? Ne zaman konuştun onunla ben yatarken mi? Yok, meğer 1 hafta önce konuşmuş.
Deli gibi kramplar girerken babaannem: "Gözde ablan da bu yatakta yatmıştı geçen sene migrenden dolayı."
Ben: "Hmm şansa bak, evet... Ne ilginç."
Anlayacağınız eve gelip tek başıma kalana kadar hastanede bana rahat yoktu, neredeyse mp3üm yanımda olsa onu takacaktım rahatlamak için, hiç olmadı bir Keane dinlerdim...

Zor yavrum eski nesilden birileri ile hastaneye gitmek, evet! Yeni anladım ne var bunda?!

Yaşasın televizyon!

Üniversitede yaşayan ve evine tatil yapmaya gelmiş öğrencilerin sesi olmak istiyorum şu yazıda. Evinde uzanıp miskinlik yapmak istersin, ee o miskinlik nasıl olacak? -Tabi elindeki televizyon kumandası ile... Lakin gelin görün ki saçma sapan dizilerin tekrarları var. Hadi saçma sapanı geçtim kaçıncı tekrar bunlar? Kaç saat sürüyor allah aşkınıza ya?! Bir doktorlar vardı eskiden; Greys Anatomy'nin kelimesi kelimesine aynıydı ilk bölümlerde... Sanki çok özlemişiz gibi sabah, öğlen ve gece (allahtan akşamı atlamışlar) tekrarları var!
Ya da bir zamanlar hepimizin taptığı Hayat Bilgisi! (ne severdim be)... Sabahki bölümler ile öğleden sonra gösterilen bölümler arasında hiçbir şekilde bağlantı kuramıyorsun, zamansız bölümü bitirmeleri de cabası. Sonra da: " Eee bu böyle bitmiyordu ki?!" diyoruz mecburen. hadi öğleden sonraki bölümleri bekleyelim dediğimizde de farklı bir bölüm hatta sezon ile karşılaşıyoruz. 
O gereksiz fazlalıktaki reklamları hiç saymıyorum bile 5 dakikada bir 1-3 ve 4 dakikalık reklamlarımız var. Aman ne hoş...

Yazık değil mi bize? Neden yazları güzel şeyler olmuyor?! Bütün sene zaten doğru düzgün bir şey izleyemiyoruz, miskinlik yapamıyoruz tatilde de bu.

Neyse çok şükür Aşk-ı Memnu'nun bölümleri düzgün gösteriliyor :D :D

o zaman bir merhaba da benden olsun a dostlar

Gecenin bir körü -deli gibi uykum gelmişken- arkadaşlarım Janset (uyumayanses) ve Eren'e (caylasekerzamani) uyup "Ben de blog açıcam yaaa" dedim. Ve işte benim de bir blogum oldu yaşasın hallelujah!
Laptop başında uyuyakalmadan önce yatağa doğru sürünerek gitmek şu an en büyük isteğim, o yüzden şimdilik görüşmek üzereeee =)