15 Mart 2016 Salı

Acınızı Paylaşamayanlardan Mısınız?

Berbat bir hafta, hepimiz için berbat bir hafta. Güzel bir pazar günü ülkemizin kalbini -YİNE- kana buladılar. Her ay "Acaba bu sefer nerde bir şeyler patlayacak?" diye sormaktan yoruldum. Bir senedir ülkemiz artık tamamen ülkelikten çıkıp savaş yerine döndü. Bitmek bilmeyen bir yasın içinde yaşamaya çalışıyoruz. Kendimizi ne kadar alıştırmak istemesek de alışıyoruz... Canlar yitip gidiyor, o yitip gidenlerden olmayacağımızın garantisi hiçbir şekilde yok. Bilmiyoruz, bilemeyiz.

Benim için ise bu haftanın berbat olacağı geçen seneden belliydi. Geçen sene 3 gün önce dayımı görmek için Essen'e gittiğimde bunun onu son görüşüm olacağını biliyordum. 5 gün gibi kısa ama bir o kadar da uzun gelen zamandan sonra dayımı kaybettik. Bu onsuz geçecek olan hayatımın ilk senesiydi. Ben acımı paylaşamayan bir insanım. Üzüntümü, problemlerimi aslında yakınlarımla paylaşırım. Ama bir şey beni derinden etkilerse kendimi soyutlarım. En fazla verebileceğim tepki ise yanımdaki insanlara sinirlenmem olur. O hastane odasında bile -en fazla bir saat sonra- içeri girip çıkan, yanımızda salya sümük ağlayan, dayım sanki onları duymuyormuş gibi davranan insanlara sinirlenmekle geçti zamanım. Ancak tek başıma kalabildiğimde üzüldüm, acımı öyle yaşayabildim. "Evime" döndüğümde bile yanımdakilerle konuşmaktansa sessiz bir şekilde geçirdim ilk haftaları. En güvendiğim insan bile beni ne kadar yaralamış olsa bile yine ondan medet umup, yine ona yenildim. Birini kaybetmek, hele ki dayımı kaybettiğimiz şekilde kaybetmek, gerçekten çok zor bir şey. Cenazede bile yanımda kimseyi istemedim. Ağlayan insanlara tahammülüm kalmıyor. Evet, belki bencilim ama yapamıyorum. 

Ali dayımın vefatından sonra ik defa noelde Essen'e gittik. Mezarını da ilk defa o zaman gördük... Yanımdaki tüm insanlar bana fazlalıkmış gibi geldi. Kimseye sarılmak istemedim, kimsenin yakınında olmak istemedim, kimsenin ağlamasını görmek istemedim. Belki kırıyorum insanları, belki kendime zarar veriyorum... Galiba yas tutmanın farklı yolları da var; ben de böyle tutuyorum yasımı. Ama yine de yanımda değil de yakınımda konuşmak zorunda kalmayacağım, daha doğrusu konuşmaktan ziyade bakışlarımla anlaşabileceğim birisi olsun istiyorum. Ve bu hafta öyle birisi yok yakınımda. Ne Ankara olayını anlayabilecek, ne de içimde tekrar tekrar yaşadığım geçen seneyi anlayabilecek biri var. Böyle zamanlarda Türkiye'yi daha çok özlüyorum. Aynı kültürü paylaştığım insanların özlemini duyuyorum.

3 senemin geçtiği, ikinci evim olan Ankara... İçim acıyor, gözüm doluyor. Ailemden ayrı kalıp, hayata tutunmaya çalıştığım şehir. Benim gibi olan onlarca insanla aile olup, birbirimize kenetlenmemize yardımcı olan Kızılay sokakları... Şimdi sessiz, sakin ve kanlı... Ne desem boş, ne kadar üzülsem boş. Boş yere yitip giden canları hiçbir şey geri getiremez. Berbat bir hafta, berbat bir ay, berbat bir sene; berbat bir dönem... 

Uzun bir süre ortalıktan kaybolasım var, keşke mümkün olsa. Geri geldiğimde ise hayatımızdaki tüm kötülükler gitmiş olsa...