tag:blogger.com,1999:blog-64778671612154753382024-03-06T07:33:53.353+01:00HamburgerErasmus yolları taştan Hamburg çıkardı beni baştanelvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.comBlogger68125tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-8288564159777968912020-05-11T21:08:00.000+02:002020-05-11T21:09:29.869+02:00Başka İnsanların Tenlerinde Aramak Özlemini Yaşadığımız ŞeyiBugün bir arkadaşım dedi, biz aslında hep kandırılıyoruz. İnsanlar bize bir yere kadar eşlik ediyorlar sonra bırakıp gidiyorlar diye. Kendilerini tatmin ettikten sonra senin duygularına bakmadan hayatından çekip gidebiliyorlar. Sonunda en baştan başlamak zorunda kalan yine sen oluyorsun.<br />
<br />
İnsanın dünyaya geldiğinden ölene kadar özlemini duyduğu tek büyük bir şey vardır; sevgi. Bir tatminsizliktir gidiyor ama bizim jenerasyonda. Hep, daha iyisini bulabilirim mantığı var. "Elindeki" ile yetinmekten bahsetmiyorum. O kişi ile beraberken mutlu olsa bile acaba daha da mutlu olabilir miyim diye düşünüyoruz. Bana daha uyan, beni daha da mutlu edebilecek biri illaki vardır mantığı. Peki gerçekten öyle mi? Dimyat'a bulgura giderken evdeki pirinçten olmayasın sonra.<br />
<br />
Hayatlarımız hep tek kişilik. Dün okumuş olduğum blogdaki gibi, çift kişilik yataklarda tek kişi yatıyoruz. Bir sürü kişi gelip geçiyor hayatımızdan, birkaçı veya çoğu o çift kişilik yataklarımızda da eşlik ediyor bize ama eşlik ediyor. Kalıcı olmuyor. Özlediğimiz o duyguyu başkalarının teninde arıyoruz. Ama günün sonunda o yatağa, o sana, bana hapis gibi gelen yatağa tek başımıza dönüp yastıklarımıza sarılarak uyuyoruz. Duygularımızı, yalnızlığımızı kimse ile paylaşamıyoruz. Sonra o özlem daha da büyüyor, daha da kabus gibi çöküyor üstüne. Bir daha mutlu olamayacakmış, bir daha kaçırdığın şeyleri bulamayacakmış, bir daha sevemeyecekmiş, aynı duyguları hissedemeyecekmiş gibi.<br />
<br />
Niye mutsuzuz peki? Niye tatmin olamıyoruz? Niye pozitif düşünemiyoruz? Aşk hayatında bile ikiye ayrılmış bir toplumuz biz. Bir taraftan yeni gelinlerin çeyizlerini izlerken evde tek başımıza çayımızı yudumluyoruz. Pastel tonlarında hayalleri ve hayatları olan insanlarla tek başına gri bir hayat süren insanların uçurumu günümüz. "Kocişlerine" yemek yapmaktan başka zevki olmayan insanlar yerine tek olayım, kendime yeteyim düşüncesi hakim olan taraftayım ben de. Peki kendi kendine yetmek niye bu kadar zor? Veya bir insana kendini açmak? Belki de kendini açtıktan sonra onun karşısında çırılçıplak olduğunu düşündüğündendir. Kendini açınca o kişinin seni paramparça edebileceğinden korktuğun içindir veya kendini açtığında onu kaybedeceğinden korktuğun içindir... Nitekim kendini açınca şu ana kadar mutlu olamamış bir insan olduğumdan artık o bile bir opsiyon değil benim için. Biz boşanmış ailelerin çocukları olarak zaten güvenimizi yitirmiş bir jenerasyonuz. 30 sene önce evlenen anne babalarımız bile geçinemiyorken biz nasıl geçinebilelim?<br />
<br />
Belki de gerçek aşk gerçekten de Yeşilçam ve Hollywood filmlerinden ibaret. Biz ise doğduğumuz günden beri onun peşinden koşan umutsuz vakalarız.<br />
<br />
Belki de pastel tonlardaki evleri ile pastel tonlardaki hayalleri bütünleşmiş olan insanlar haklı, kim bilir.<br />
<br />
(Kasım 2016)elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-5283643020103994992016-12-31T11:49:00.003+01:002016-12-31T13:37:15.879+01:00Sevemedim seni 20162016 için çok umutlarım vardı, 2015'in son aylarında eski ilişkisinden çok çekmiş biri olarak tüm güzel enerjimi 2016'nın dilekleri için harcadım. Ama yeni yıla girişimiz bile olaylıydı. Ailem dediğim insanlardan biri ile Hamburg sokaklarında kavga ettim. Dakika bir gol bir hesabı.<br />
<br />
2016 benden çok şey götürdü... 2013 için lanetli yıl derken, başka bir yılın benim için aynı kötülükte veya daha kötü olacağını hesap etmemiştim.<br />
<br />
2016'da en çok ülkem için ağladım. Uzakta olmak insana çok koyuyormuş onu öğrendim. Her patlamada yaralı ve ölü listesine bakmak insanın üstesinden gelemeyeceği travmalara yol açıyormuş. "İçeri" giren gazeteciler, yazarlar, bilim insanları, politikacılar ve hiç suçu olmayan sadece eleştiren insanlar... Her biri için döktüğüm gözyaşını sayarsak neredeyse 2013'e eşitlenebilir. Galiba 2016 en umutsuz olduğum yıl oldu.<br />
<br />
2016 benim en yalnız hissettiğim ikinci yılımdı. Tüm arkadaşlarımın, ailem dediklerimin Hamburg'dan ayrılmaları ile yapayalnız kaldım ve böylece Türkiye'ye taşınma kararı aldım. Hamburg'un miadını doldurduğunu hissediyordum, nitekim işler istediğim gibi gitmedi ve sonunda aslında bunun benim için birileri tarafından verilmiş en doğru karar olduğunu farkettim.<br />
<br />
2016'nın bana kattığı tek güzel şey Hamburg Film Festivali görevim sırasında geleceğim ile ilgili farkına vardığım gerçeklerdi. Seneler önce Almanya'ya gelme hevesi ile vazgeçmek zorunda kaldığım hayallerime tekrar kavuştum. Beni neyin mutlu ettiğini öğrendim ve bunun peşinden gitmeye başladım. Daha somut adımlar atmış olmasam bile sadece kafamda verdiğim kararla geleceğimi etkileyebilecek kişilerle tanıştım.<br />
<br />
2016 bana çevremdeki hastalıklar ve ölümlerle hayatın ne kadar boş olduğunu ve benim aslında ne kadar boş şeylere üzülüp ağladığımı öğretti bana. Ha ağlamaktan vazgeçtim mi? Hayır. Ama 2016 bana kanser şokunu Mert üzerinden tekrar tekrar yaşattı. En nefret ettiğim, en kötü anılarımın sahibi olan kanser benim çok sevdiğim arkadaşıma 3. kez uğradı!<br />
<br />
2016'da sevgi bitince duygusuz olabildiğimin farkına vardım. Ve çok tolere ettiğim insanlara karşı bile bir saniye içinde duygularımın tükendiğini gördüm. Hiçbir şey olmamış gibi yoluma devam ettiğimi gördüm. Tabi ki onarılması zor yaralarla....<br />
<br />
2016 bana yaşadığım ilişkilerin bir kısır döngüye dönüştüğünü ve bunun için benim bir şeyler yapmam gerektiğini öğretti. Ne yaparsam yapayım sonunun aynı olduğu ilişkiler... En huzurlu ve belki de güvende olduğumu düşündüğüm an 100. kattan düşüyormuşum gibi hissettiğim ilişkiler.<br />
<br />
Ama 2016 aynı zamanda bana kendimi olduğum gibi sevmek için bir adım atmama yardım etti. Ve belki de hayatımın en zorlu yolculuğuna çıkacağım bir yıl olacak 2017. Kendime doğru yol alacağım, Elvin ile tanışacağım.<br />
<br />
2016 belki takıntı haline getirdiğim, belki de kopamadığım insanlardan kopmam gerektiğini gösterdi bana, "Saçma hayallerin peşinden koşma!" dedi bana. "Gerçekçi ol!".<br />
<br />
Hadi git artık lanetlenmiş yıl. Yine de ne olursa olsun sana teşekkür ederim. Bana bütün bu tecrübeleri yaşattığın için. Her ne kadar ağlamaktan gözyaşımın kalmadığı bir sene olsa da en azından hayallerimi geri verdin bana.<br />
2017'ye toz pembe hayaller ile girmeyeceğim, 2017'den tek isteğim tüm sevdiklerimle mutlu ve huzurlu olmak. Ve hayallerimi gerçekleştirebileceğim gücü bulabilmek.<br />
<br />
Kim bilir 2017'nin yazısını seneye Berlin'de tekrar "ailem" ile buluştuğum yerde yazarım...elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-15223782762244950372016-11-20T23:52:00.000+01:002016-11-20T23:57:33.362+01:00Bu Aralar Ben #2- Kış geldi, niye geldi bilmiyorum ama bir günlük kar sevincimden sonra kıştan sıkıldım. Çok gereksiz bir mevsim bence. Tam bir Antalyalı olarak en ufak bir rüzgarda üşümeme rağmen inatla 4 senedir Hamburg'da olmama rağmen hala kışlık kıyafetler almıyorum. Direniyorum! Ve belki de bu yüzden bir türlü iyileşemiyorum.<br />
<br />
- Kafamı toplayamıyorum, odaklanamıyorum. Bu dönemleri son iki senedir sevmiyorum, hep bir şeyler oluyor. Hep aynı zamanlarda bir şeyler oluyor. Hep aynı şekilde bir şeyler oluyor. Ama aklım hep dolu...<br />
<br />
- Geleceğimle dolu mesela aklım. Ne yapmak istiyorum? Nerede yaşamak istiyorum? Şu lanet okul bitse de gitsem modu hakim artık. En azından ne yapmak istemediğimi biliyorum, bu da bir şey. Düşüncelerim değişiyor. Son 8 senedir ulaşmaya çalıştığım hedeflerin yerine bu sene aklıma bir şekilde giren yeni kıvılcımların beni daha mutlu edeceğine inanıyorum. Ve bu beni çok heyecanlandırıyor. Bilinmezliğe doğru giden bir yol şu an benimkisi. Önümde birçok seçenek var ve nereden başlayacağımı kestiremiyorum ama heyecanlandıran da bu olsa gerek beni.<br />
<br />
- Ülkeme çok üzülüyorum, olanlar o kadar korkunç ki bir daha güzel günler göremeyecekmişiz gibi geliyor. Ben uzaktayken daha çok üzüldüğümü 15 Temmuz zamanı daha da iyi anladım. Ne zamanki Türkiye'ye gittim, Hamburg'da tek başına ağlayan kızdan normal bir insana dönüşebildim.<br />
<br />
- Benim sorunum takılıp kalmak: İnsanlar hayatlarına devam edebilirken ben hep bir yerlerde, birilerinde takılıp kalıyorum. O yüzden belki de gündemi takip edeyim derken kendi hayatımdan çaldığımı fark edemiyorum. Aynı şey biten dostluklar ve ilişkiler için de geçerli. Ben onların arkasından ağlarken aslında insanların o kadar da umrunda olmadığını görmek beni hem üzüyor, hem de salaklığımı sorgulamama sebep oluyor. Mesela şu son iki hafta gibi. Neye üzüleceğimi şaşırdığım gibi. Kendime kızıyorum.<br />
<br />
- Apple senden nefret ediyorum ama yine de sana bağımlıymışım gibi hissediyorum. Telefonum çalışmıyor. Ekranı bozuldu, bunun üstüne de ios'un son güncellemelerini yüklemiyor. Yeni telefon almam gerek ve bunu aslında hiç istemiyorum. Başka telefona alışmak zor geliyor, hele de Macbookun varsa Iphone o kadar basit oluyor ki...<br />
<br />
- Geçen gün Hugh geldi, bir sene sonra görüştük neredeyse. Buluştuğumuz yer yine Schanze'ydi ama Cafe farklıydı. Konuştuğumuz konular aynıydı, sadece yan karakterler değişmişti. Enteresan bir biçimde karakterleri değil sadece isimleri değişmişti. Hatta ağlayıp sızlanmayı bırakıp baya bir güldük. Seneye nasıl olacak acaba diye.<br />
<br />
- Birçok güzel konserler oldu, daha fazlası ise on their way <3 Biletler elime geçtikçe heyecanlanıyorum. Bir sonraki çarşamba günü. Bir taraftan da bayadır dinlemediğim Büyük Ev Ablukada'yı an itibari ile yeniden dinlerken Berlin'e geleceklerine seviniyorum, Hamburg'u es geçmelerine ise üzülüyorum.elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-64870611847668497582016-11-09T01:04:00.000+01:002016-11-09T01:27:54.116+01:00Happy B'day Hun'!Aynı sınıfta olup da birbirinden haz etmeyen nadir insanlardan biriydik herhalde, ortak arkadaşlarımız olmasa aynı ortamlarda bile bulunmazdık. Ne olduysa Almanya bağladı bizi, trenden elimde noodle box ile indiğimde sanki o iki konuşmayan insan değil de iki arkadaş gibi sarıldık birbirimize. Dortmund'u bekliyormuşuz meğerse...<br />
<div>
<br />
<div>
Sonraki iki sene boyunca etle tırnak gibi olduk. Beraber deli gibi ağlamadık mı, gülmekten gözlerimizden yaşlar mı gelmedi. Aslında ne kadar farklı olduğumuzu düşünürken ne kadar da benzediğimizi keşfettik. Çoook gezdik, çoook eğlendik, ağlamalarımızı çook çektik; çok içtik, "Banu" hallerime tanık oldun. Berlin'e ilk gidişimizdeki gözümü gördün ki bence daha ötesi yok :D Kışın gözümden ağladığım Berlin'de yazın ayağımdan ağladım. Ben niye Berlin'de hep ağlamışım? :D Halbuki ne zaman Berlin'e gitsem buram buram Hazal kokuyor orası benim için. Barcelona'da çiğ karides yedik senin yüzünden, iyi ölmedik... Benim yüzümden striptizci kadınlardan az daha dayak yiyorduk (klasik Elvin). City'deki simit, Pınar Beyaz ve Cappy Karışık'ı hatırla, Hacettepe'deki en kilolu zamanlarımı bu üçlüye borçlu olabilirim galiba. Seramik dersindeki Joy Fm ve şarap ikilisi... Ş.D.'nin sunumuna Starbucks'ta gizlice kırmızı şarap içip kafa bir milyon gidişimiz... Çok güzel şeyler yaşadık Hzl biz seninle.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Sonra araya 3 sene girdi... Ne olursa olsun sen aklımdan hiç çıkmadın ama, hiç çıkaramadım seni. Ve yine Almanya! Yine Berlin <3 Sonra mis(!) kokulu Prag. Bira Müzesi, bol bol Gulasch ve Dumpling, çooook bira. Ve sonra Hamburg: Belki de Hamburg'da en en en kötü olduğum gün gelip beni elimden tutup yine hayata döndürdün bir nevi. "O" günü sen olmadan nasıl atlatırdım inan bilmiyorum. Şimdi başka şeyler var ama sen hep yanımdasın, bunu biliyorum. Bu sene beni en zorlayan şeylerden biri senin/sizin en güzel, en heyecanlı zamanlarınızda yanınızda olmamak galiba. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Seni çok seviyorum Soul Sis! İyi ki varsın, iyi ki doğmuşsun! İyi ki 2010'da Dortmund'da buluşmuşuz, iyi ki iyi ki iyi ki... Hep gülelim, hiç üzülmeyelim ve birbirimizi bir daha hiç bırakmayalım! Parov'u, Woody'si, Must'u ve Elvin'i ile nice güzel senelere <3</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Lav ya hun'!<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgeRZarnE5EIkprC2DmU1fIhNnhwMObgpDMPuUgVDzIaFzo4gp1Ak47BMGQsPjZIKo55wEIGqtprVAE74oGoKRR3xBS7eUAs7mFghUsx86ekWqyqYiecOD0x1Cs29R-U6If3cZgH_nPFqA/s1600/IMG_1956.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgeRZarnE5EIkprC2DmU1fIhNnhwMObgpDMPuUgVDzIaFzo4gp1Ak47BMGQsPjZIKo55wEIGqtprVAE74oGoKRR3xBS7eUAs7mFghUsx86ekWqyqYiecOD0x1Cs29R-U6If3cZgH_nPFqA/s320/IMG_1956.JPG" width="320" /></a></div>
<br /></div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<a href="https://www.youtube.com/watch?v=d73tiBBzvFM">https://www.youtube.com/watch?v=d73tiBBzvFM</a></div>
elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-42456055801653232012016-06-23T22:42:00.003+02:002016-06-23T22:42:35.281+02:00"Ev"?Aslında o kadar da zor olmayan hayatı zorlaştıran kişilerden ibaretiz bu günlerden. Başrol olarak da çevremde kendimi gösterebilirim. Üst üste gelen ufak şeyler sonucu yine kendime 1-2 haftayı zehir etmeyi başardım, bunların üstüne de hava -her zamanki gibi- yağmurlu olunca da kendime engel olamadım. "Saçmalama Elvin, salak salak davranma!" diyemedim.<br />
<br />
Bugün uzun süre sonra ilk defa, hatta tam bir sene sonra ilk defa, hava bu kadar güzel olup 35 dereceyi bulunca kendimi sokaklara attım. Önce çok sevdiğim bir arkadaşım ile vedalaştım, hafif duygusallaştım. Sonra ise Kafkaokur'umu alıp Planten un Blomen'e gittim. Benim ihtiyacım olan buymuş; kendimi yine "evimde", geçen seneki Hamburg'da gibi hissettim. Asıl soru da kafama o ara takıldı zaten: Benim bir "evim" var mıydı? Üniversiteye başladığım zamandan bu yana biraz göçebe hayatı yaşadım her zaman. Ankara-Antalya arası mekik dokudum ama 2013, yani mezun olmam ile beraber benim için ev kavramı kalmadı. 2013 hayatımda çok şey değiştirdi, her şey bir kenara benden "evimi" aldı. Artık evsizim ve nereye gidersem gideyim bir evim yok, çünkü ailem yok. Galiba o aile kavramı gidince "ev" de gidiyor. Memleketim duruyor ama, geldiğim yer hala aynı. Sadece ait olduğum yeri bilemiyorum. Antalya değil, bundan eminim. Ne kadar özlesem de Antalya'ya kırgınım. Beni üzdüğü, beni hayal kırıklığına uğrattığı, bana eskisi gibi sahip çıkmadığı için aram bozuk Antalya ile. Hamburg son bir senedir ya da en azından son 7-8 aydır bunalım yerim. Burada mutlu olduğum günler eski evimden taşınmam ile son buldu gibi. Arkadaş çevrem yaprak dökümü gibi... Birer birer insanlar ile vedalaşıyor, onları başka yerlere gönderiyorum. Hamburg'u benim "evim" yapan şey arkadaşlarımmış meğer. Ailemin yerini alan insanlar...<br />
Galiba "ev" kavramına en yakın yer şu an için İstanbul. Ailemin yarısının ve en önemli kısmının olduğu yer. Daireden içeri girdiğim, valizimi odama bıraktığım, ailemi kucakladığım an "eve" geldim diyebiliyorum kendime. Belki de bu yüzden İstanbul özlemi çekip oraya gitmek istiyorum. Çünkü sevdiğim insanlar oradayken orası benim için potansiyel bir yuva. o karmakarışık şehire ayak bastığım an modum değişiyor, saatlerce trafikte kalsam bile bir deniz gördüğüm an kendime geliyorum. Ne olursa olsun İstanbul beni şimdilik hiç üzmedi. Belki tam kavuşamadık diye, belki de ileride de üzmeyeceği için. Henüz bilemiyorum. Ama ne olursa olsun benim için Türkiye bu aralar sadece İstanbul'dan ibaret....elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-89574813232366650092016-05-29T22:42:00.002+02:002016-05-29T22:42:46.466+02:0024 Biterken...Sevmedim, sevemedim ben 24'ü. Ne güzel başladı ne de güzel bitiyor. Belki güzel birkaç anım oldu ama geriye bakıp düşündüğümde beni gülümsetmek yerine daha çok üzdü. 24. yaşım beni Hamburg'dan uzaklaştırdı, içime kapanmamı sağladı ama bir şekilde o içe kapanmışlıktan da çıkmayı başarabildim, belki yaralarla ama başardım.<br />
<br />
- 24 bana sevdiklerime bel bağlamamayı öğretti, son saatlerinde de öğretmeye devam ediyor.<br />
- 24 bana harekete geçmem gerektiğini öğretti.<br />
- 24 benim insanlara, onların bana verdiğinden daha çok değer verdiğimi ve onlardan da aynısını beklediğim için kırıldığımı öğretti.<br />
- 24 bana sevginin bazen yetmediğini öğretti.<br />
- 24 bana "ailenin" seçtiğin kişiler olduğunu öğretti.<br />
- 24 bana benim önemli olduğumu öğretti.<br />
- 24 bana bir yerden veya bir kişiden sıkıldıysam gitmeyi öğretti.<br />
- 24, 21'in yanı sıra en çok ağladığım yıl oldu.<br />
<br />
Yine de sevemedim bu yaşımı, bu sayıyı, bu seneyi...<br />
<br />
25'ten ise korkularım var; büyümek istemiyorum, sorumluluklarımın artmasından çekiniyorum... 25 bana hayatını kur! Geleceğini hazırla diye bağırırken ben daha yüksek lisansımı bitirmeye çalışıyorum. Korkuyorum, belki başaramayacağımdan korkuyorum ideallerimi. 25'ten korkuyorum...<br />
<br />
Beni çok iyi tanıyanlar doğum günlerinin benim için ne kadar önemli olduğunu bilirler. Ailemden böyle gördüğüm içindir belki de. 20 sene boyunca 00.00 oldu mu doğum gününü kutladığımız için belki de. Sadece benim değil ama tüm ailede olan bir "gelenekti". bizde bu. Son birkaç yılda ise bu anlamını biraz yitirdi. Bu sene ise içimden hiçbir şey yapmak gelmiyor. En sevdiğim insanlar yanımda yok, yakınım dediğim insanların araya mesafeler girince uzaklaştığını farkediyorum üzücü bir şekilde. Bu dediklerim enteresan bir şekilde Almanya'dakiler için geçerli. Türkiye'deki tüm arkadaşlarımla uzun seneler bile görüşmesek hiç kopmayan bir ilişkim var. Bu sene en çok onlarla olmak istedim.<br />
<br />
Bu sene ama farklı bir şey yapacağım; şimdi saçımı kuruttuktan sonra direkt yatağa gireceğim ve telefonumu kapatacağım. Belki bu seneye giriş böyle olursa 25 daha güzel olur ve bana sadece güzel anlar getirir.<br />
<br />
O zaman iyi geceler ve iyi ki varsınız sevgili insanlar :*elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-54991365179903960062016-03-15T23:14:00.000+01:002016-03-15T23:25:30.513+01:00Acınızı Paylaşamayanlardan Mısınız?Berbat bir hafta, hepimiz için berbat bir hafta. Güzel bir pazar günü ülkemizin kalbini -YİNE- kana buladılar. Her ay "Acaba bu sefer nerde bir şeyler patlayacak?" diye sormaktan yoruldum. Bir senedir ülkemiz artık tamamen ülkelikten çıkıp savaş yerine döndü. Bitmek bilmeyen bir yasın içinde yaşamaya çalışıyoruz. Kendimizi ne kadar alıştırmak istemesek de alışıyoruz... Canlar yitip gidiyor, o yitip gidenlerden olmayacağımızın garantisi hiçbir şekilde yok. Bilmiyoruz, bilemeyiz.<br />
<div>
<br /></div>
<div>
Benim için ise bu haftanın berbat olacağı geçen seneden belliydi. Geçen sene 3 gün önce dayımı görmek için Essen'e gittiğimde bunun onu son görüşüm olacağını biliyordum. 5 gün gibi kısa ama bir o kadar da uzun gelen zamandan sonra dayımı kaybettik. Bu onsuz geçecek olan hayatımın ilk senesiydi. Ben acımı paylaşamayan bir insanım. Üzüntümü, problemlerimi aslında yakınlarımla paylaşırım. Ama bir şey beni derinden etkilerse kendimi soyutlarım. En fazla verebileceğim tepki ise yanımdaki insanlara sinirlenmem olur. O hastane odasında bile -en fazla bir saat sonra- içeri girip çıkan, yanımızda salya sümük ağlayan, dayım sanki onları duymuyormuş gibi davranan insanlara sinirlenmekle geçti zamanım. Ancak tek başıma kalabildiğimde üzüldüm, acımı öyle yaşayabildim. "Evime" döndüğümde bile yanımdakilerle konuşmaktansa sessiz bir şekilde geçirdim ilk haftaları. En güvendiğim insan bile beni ne kadar yaralamış olsa bile yine ondan medet umup, yine ona yenildim. Birini kaybetmek, hele ki dayımı kaybettiğimiz şekilde kaybetmek, gerçekten çok zor bir şey. Cenazede bile yanımda kimseyi istemedim. Ağlayan insanlara tahammülüm kalmıyor. Evet, belki bencilim ama yapamıyorum. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Ali dayımın vefatından sonra ik defa noelde Essen'e gittik. Mezarını da ilk defa o zaman gördük... Yanımdaki tüm insanlar bana fazlalıkmış gibi geldi. Kimseye sarılmak istemedim, kimsenin yakınında olmak istemedim, kimsenin ağlamasını görmek istemedim. Belki kırıyorum insanları, belki kendime zarar veriyorum... Galiba yas tutmanın farklı yolları da var; ben de böyle tutuyorum yasımı. Ama yine de yanımda değil de yakınımda konuşmak zorunda kalmayacağım, daha doğrusu konuşmaktan ziyade bakışlarımla anlaşabileceğim birisi olsun istiyorum. Ve bu hafta öyle birisi yok yakınımda. Ne Ankara olayını anlayabilecek, ne de içimde tekrar tekrar yaşadığım geçen seneyi anlayabilecek biri var. Böyle zamanlarda Türkiye'yi daha çok özlüyorum. Aynı kültürü paylaştığım insanların özlemini duyuyorum.<br />
<br />
3 senemin geçtiği, ikinci evim olan Ankara... İçim acıyor, gözüm doluyor. Ailemden ayrı kalıp, hayata tutunmaya çalıştığım şehir. Benim gibi olan onlarca insanla aile olup, birbirimize kenetlenmemize yardımcı olan Kızılay sokakları... Şimdi sessiz, sakin ve kanlı... Ne desem boş, ne kadar üzülsem boş. Boş yere yitip giden canları hiçbir şey geri getiremez. Berbat bir hafta, berbat bir ay, berbat bir sene; berbat bir dönem... </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Uzun bir süre ortalıktan kaybolasım var, keşke mümkün olsa. Geri geldiğimde ise hayatımızdaki tüm kötülükler gitmiş olsa... </div>
elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-67424778312101575392016-01-31T22:04:00.001+01:002016-01-31T22:04:15.901+01:002. Dünya Savaşı'ndan Kalan Bomba ve Bana Kazandır(ama)dıkları...Perşembe günü öğlen 2 gibi falan, tam öğle molasında, arkadaşımın mesajı geldi: "Evinin orda İkinci Dünya Savaşı'ndan kalma bir bomba bulunmuş, senin ev de tehlikeli bölgeye giriyor mu?" Amaaaaan eski bomba ne olacak sanki dedim. E tabi, Türkiye'den alıştık(!) artık. Gerçi ülkemizde bombaları önceden öğrenmemize imkan yok, ancak patlayınca haberimiz oluyor, Almanya bir garip bu konularda...<br />
<br />
Aradan saatler geçti, işte espri konusu oldu: "İşten çıkınca eve gidebilecek miyim, yoksa bir evim bile olmayacak mı?" diye. Bir saat fazladan çalışmak zorunda kaldım çok yoğun olduğumuz için cafede. Neyse sonunda işten çıktım, metroya bindim, otobüs bekliyorum; gelmiyor... Bir şu internet sitesine tekrar bakayım dedim. Anaaa hala tehlikesiz hale getirilmemiş bomba. 19:10da yapılacaktır deniyor, yani en az bir saati var. Evimin olduğu yer tam sınırda kalmış, güvenli olarak gösteriliyor ama eve çıkan her yol kapalı. E nasıl gideceğiz edeceğiz diye düşünürken köşeden beyaz atlı prensim çıkıp :"Nerede oturuyorsun?" diye sordu. Şansa bakın ki aynı sokaktan çıktık, beraber gidelim derken peşimize iki kişi daha katıldı. Önce bir otobüse bindik, şöför uyarı bile yapmadan tamamen farklı bir istikamete sürmeye başladı otobüsü. Mecbur yine metro istasyonuna dönmemiz gerekti. Ordan yürüyelim bari dedik. Hayatımda Almanya'da bile hiçbir yeri bu kadar boş görmemiştim galiba. Tüm sokaklar kapalı, polis ve itfaiye araçları ile doluydu. Ben tabi fotoğraf çeke çeke ilerledim. Bir taraftan ağlıyorum yorgunluktan bir taraftan da dalga geçiyorum "ne abarttılar" diye. İş arkadaşlarım yazıyorlar "Elvin eve gidemezsen bize gel." diye. Dört kişilik grubumuzdan ilk fireyi aramızda yaşça büyük olan bir abla verdi ve arkadaşları ile bir barda buluşmak üzere randevulaştı. Elinde valiz olan kızın evi ile bizim sokak arasında iki sokak varmış. Kızı sokağına bıraktık, polis eve girmesine izin verdi. Biz sokağa geldik, hani 1-2 dakika ya geçmiş ya geçmemiştir. Polis: "Kusura bakmayın artık giremezsiniz" dedi. Nasıl yaaaa?! tepinmelerimizden sonra artık bombanın etkisiz hale getirilmesinin başladığını, o yüzden sokağa adım atamayacağımız söylendi. Bu arada biz sokağa giremezken evlerinde mis gibi oturan komşumlarımı hiç unutmayacağım. Onları evlerinden çıkartamıyorlarmış ama bizi sokağa da sokamıyorlarmışmışmış. Ne yapalım, ne edelim derken "e bari bir bira içelim." diye tipik bir Alman çözümüne başvurduk, beyaz atlı prensim ile.<br />
<br />
Evin köşesinde olup da yüzlerine bakmadığım iki bar da tıklım tıklımdı tabi ki. Neyse girdik içeri, biralarımızı alıp dışarı çıktık. Prensimin adını daha önce öğrenmiştim zaten: Andi. Kendisi Spiegel'da teknoloji bölümünde yazarmış ve işin komiği yan apartmanımda yaşıyormuş. Ne zaman balkona çıksam adamın balkonunu görüyormuşum! Neyse biralarımız biterken polis abiler gelip bombanın etkisiz hale getirildiğini artık eve gidebileceğimizi söylediler. Eve kadar geldik, prensim balkonunu gösterdi, baya güldük, neyse en azından şimdi tanıştık diye gülüştük. Vedalaşırken sarıldık: "Zamanın olursa uğrarsın, bak artık nerede yaşadığımı da biliyorsun." denildi. Arada bir sessizlik oldu. VE KİMSE BİRBİRİNİN SOYADINI VEYA NUMARASINI ALMAK İÇN HAMLE YAPMADI! Yanyana olan iki ayrı apartmana girildi...<br />
<br />
Anca eve girince yaptığım salaklığı farkettim. Ki daha önce de başıma gelmişti bu, bilen bilir =) Bu sefer Andi'yi Facebook'tan bulamadım. Ben de -burda canım arkadaşlarıma teşekkürü bir borç bilirim- aşağıya inip yan apartmanın zillerine baktım. Soyadlarını öğrenip yine baktım; yok, Andi'nin Facebook'u yok. Adam yanıbaşımda ama ben ona ulaşamıyorum. Herhalde yarın camına taş atıp "Selam beni hatırladın mı? Bombadan kurtardığın o Türk kızı bendim." diyeceğim... Ya da bir ömür boyu çocuğun beni bulabilmesini, hiç olmadı hatırlanması zor olan ismimi hatırlaması için dua edeceğim.<br />
<br />
250 kiloluk, en az 70 küsür senelik bomba bile bazen işime yarayamıyor işte, hayat...elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-65969562669892793722015-10-28T18:36:00.002+01:002015-10-28T18:36:58.846+01:00Hollywood'vari Mutlu Sonlar Gerçek Dışı Mı?Hollywood'un bilinçaltımıza aşıladığı aşk hikayeleri aslında gerçek olabilir mi? Esas kız ve esas oğlan, ne tür zorluklardan geçerlerse geçsinler hep sonunda birlikte mutlu oluyorlar. Hep. Çevreme ve en çok da kendime bakıyorum: Bizde öyle bir şey göremiyorum. O zorluklar bizi kırıyor, paramparça ediyor. Geriye ise mutluluk dışında her şey kalıyor. Aylarımızı, bazen yıllarımızı alıyor kendimizi onarıp hayatımıza yüzde yüz devam edebilmek.<br />
Bir senelik sevgilimizden de ayrılsak, 30 seneyi devirdiğimiz evliliğimizi de bitirsek aynı yollardan geçiyoruz. Belki "düzelme" süreci farklı oluyor ama geçilen yollar hep aynı.<br />
Peki en zor ayrılık hangisi? Aldatılmak mı? Sevginin bitmesi mi? Saygısızlık mı? Yoksa severek ayrılmak mı? Galiba aldatılınca öfke sevgiden ağır basıyor. Bir duygunun yerini başka bir güçlü duygu alıyor. Aklında intikam hayalleri kuruyorsun. Ondan ölesiye nefret ediyorsun, ona belalar okuyorsun. Sevginin bitmesi ise bitiyor işte... Ama severek ayrılmak, daha doğrusu esas oğlan ve esas kızın hala birbirlerini seviyorken ayrılması kadar boktan bir durum yok galiba. Tamam, bitti, artık görüşmeyeceğiz desen de ayakların seni ona götürüyor, kafan deli gibi "Hayır!" diye bağırırken. Onsuz yapamıyorsun. Onu özlüyorsun. Bazen konuşmadan bile yanında olsun istiyorsun, yan yana oturunca belki her şey geçer diye umuyorsun. Tartışıyorsunuz, yine ayrılıyorsunuz. Yine görüşüp, tamam artık yeter bu son diyorsunuz ama bitmiyor. Her gün, her saat fikrinizi değiştiriyorsunuz. Eğer bu dediklerim bir Hollywood filminde olsaydı, sonu kesinlikle "Happily ever after" tarzında biterdi. Bizde ise geriye kafa karışıklığı, iki ucu ... değnek kalıyor. Tam yoluma devam edeceğim derken yine karşınıza çıkıyor. Anlayacağınız lanet olası bir kısır döngü. Belki bencilliğin ön planda olduğu belki de imkansızlığın olduğu bir ilişki...<br />
Ah o canım Hollywood filmleri, keşke gerçek olsaydınız. Keşke o romantik komedileri bizim hayatımızda da yaşayabilseydik, keşke her şey pamuk şeker pembesi olsaydı...elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-60556030154033677832015-09-22T18:17:00.000+02:002015-09-22T18:17:22.249+02:00Bir Hastanın GünlüğüYine, yeniden hastayım! Şaşırmıyoruz artık, ee hep hastayım -kafadan olayını saymıyorum- grip olmaktan bahsediyorum. Daha geçen gün Malou beni merak edip "Havalar soğudu, iyi misin diye sormak istedim." diye ses kaydı göndermiş, utandım valla hastayım demeye. Adaçayı içmekten içimde adaçayı ağacı çıkacak. Bıktım vallahi! Yaklaşık 4 gün boyunca tavuk suyuna çorba içip durdum. Şimdi de değişiklik olsun diye ev arkadaşımın yaptığı bal kabağı çorbasını içiyorum. Öksürmekten ciğerlerim falan çıkacak ama n'apayım. E ben de böyleyim. Her kadın her ay nasıl regl oluyorsa, ben de onun üstüne bir de grip oluyorum. Sonra tadını çıkarabileceğim iki hafta kalıyor geriye. Onda da depresyona girmezsem havadan ötürü güzel güzel yaşayıp gidiyorum.<br />
<br />
Beni hep bu Hamburg'un havası delirtti. Çok seviyorum, deli seviyorum ama nefret de ediyorum havasından. Hani aşk ve nefret ilişkisi vardır ya, hep uçlarda yaşadığım için zaten hayatımda olan bu ilişki, yaşadığım şehire de yansıdı ister istemez. Arada bir güneş açıyor, sonra ben açılıyorum, sonra da hasta oluyorum. Enteresan bir şekilde, sürekli yatmaktan olsa, demin bir enerji geldi; durduramıyorum kendimi. Ada çayımı içerken bir yandan da Athena'dan "Ben Böyleyim"i dinleyip mutfakta dans ediyorum. Amaaaaan... Hayat arada yaşanılası yahu, hasta olsak bile.<br />
<br />
Hadi salyalı sümüklü öptüm :*elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-87405747986046759642015-04-15T15:33:00.000+02:002015-04-15T15:33:16.347+02:00Bu aralar ben...- Dışarısı 20 derece ve deli gibi güneşli, kısacası Hamburg için alışılmadık bir hava veeeee ben tabiki evde hasta yatıyorum. Geçtiğimiz ekimden beri hastalık peşimi bırakmadı, aralıksız 4 ay hasta gezdim resmen. Aldığım antibiyotiğin haddi hesabı yok. Bu sefer araya allahtan 2 ay girdi de öyle hasta oldum.<br />
Pazartesinden beri evdeyim. Beni bilen bilir; meyve ve sebze ile aram pek yoktur. Öyle bir duruma geldim ki ama eve portakal, kivi, üzüm, çilek, muz ve zencefil deposu yaptım. Başucumda öksürük bonbonları, bronşit damlaları, ağrı kesiciler ve bir rulo tuvalet kağıdı var. Bir Antalyalı olarak çırılçıplak dışarı çıkasım var. Oturup ağlayacağım o derece kıskanıyorum dışardakileri.<br />
<br />
- Sonunda 2 ayımı alan bir ödevi bitirdim, son düzeltmeleri yapıp cuma günü teslim edeceğim. Ve inanın uzun bir süre boyunca Emine Sevgi Özdamar ismini duymak istemiyorum. Kadının tüm kitaplarını yalayıp yuttum desem yeridir. Hadi bakalım geriye kaldı 5 ödev...<br />
<br />
- Gelecek haftadan itibaren doğum günü maratonu başlıyor yine. Sadece bizim katta ben de dahil olmak üzere 3 kişinin doğum günü var hazirana kadar. Ondan önce de bir adet baby showerımız var. Hamburg'daki ailemize bir minik oğlancık katılıyor. Mayıs sonunu iple çekiyoruz.<br />
<br />
- Mayıs sonunu tabi ki sadece "Toni" için değil aynı zamanda Malou ve Isabel ile yapacağım Türkiye tatili için de çekiyorum. 1,5 senedir Antalya'ya gitmiyordum. Özlemedim gibi geliyordu bana, ama şimdi düşündükçe heyecanlanıyorum. Antalya'nın en güzel ayında 3 günlüğüne orda olmak, denize girmek, güneşin tadını çıkartmak, büyüdüğüm yerleri arkadaşlarım gösterecek olmak şimdiden mutlu ediyor beni. Oradan ver elini İstanbul. Seneler sonra Damla ile görüşeceğim ^^ Doğum günümü ailem ve arkadaşlarımla geçireceğim. Biricik aşkım Derin'imi göreceğim, adalara gidebileceğim... Veeee bol bol güzel yemek yiyeceğimmmmmm.<br />
<br />
- Geçen haftadan beri bir Cupcake dükkanında çalışmaya başladım. Very Cupcake'e olan aşkım malumunuz. Ne zaman Ankara'ya gitsem ilk durağım Very Cupcake ve Aspava olur. Şimdi ise dükkanda kendi cupcakelerimi yapabiliyorum. Anlayacağınız sadece servis kısmında değilim. Sonunda sadece sinirlendiğimde, mutlu olduğumda değil de her allahın günü cupcake yapacağım. Bilginize: Haftasonu 4. günüm olacak ve ben şimdiye kadar sadece 1 tane cupcake yedim... PROUD OF IT!<br />
<br />
- Bu aralar çok güzel yemeklerle şımartılıyorum. Yukardaki sonunda yüzüme güldü ve muhteşem yemek yapabilen birini gönderdi bana. Sırf o yemekler için dine verebilirim kendimi. Elimi bile kıpırdatmama gerek kalmıyor ^^<br />
<br />
- Manu Chao, Santana ve Buena Vista Social Club Hamburg'a geliyor... ALLAAAAAAH!!! Gitsin paralar... Ya da beleş tepeye razı olacağız. Malum üçüne birden bilet almaya kalkarsam aylığımı verecekmişim gibi duruyor.<br />
<br />
- Ve arkadaşlar... Türkiye'dekileri söylememe gerek yok, onlar artık benim ailem... Ama Hamburg'dakiler... Gün geçtikçe daha da kenetleniyoruz birbirimize, hele şu zor zamanlarımda beni asla yalnız bırakmadılar. Herkes Almanlar soğuk der ya, artık Almanya'daki 8. senemdeyim ve şu ana kadar çok şükür öyle bir deneyimim olmadı. Tek üzüldüğüm nokta artık apartmanımız boşaltılıyor. Tüm daireler baştan aşağı yenileniyor. Bebeğimiz annesi ve babası, yan komşumuz, şubat başı taşındılar. 3. ve 4. kat tamamen boşaltıldı. Karşı komşumuz Malou ve Angie ağustosta evi boşaltıyorlar, biz ise 1 Temmuz'da başka yerlerde olacağız... Kısacası bir dönem kapanıyor. Acaba nerde ev bulabileceğiz? Yoksa herkes kendine bir oda mı arayacak... İkinci gelişimden beri ev konusunda acayip şanslıyım Hamburg'da. Umarım böyle devam eder...<br />
<br />
Benden bu kadar... Ey siz Türkiye'deki güzel insanlar nolur benim için de denize gidip güneşin keyfini çıkarın. Öpücükler...elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-49678042826099542972014-10-17T22:59:00.001+02:002014-10-17T22:59:36.590+02:00Hayatımıza dokunan adam...Mutfaktayım, mumlar masada duruyor, bir taraftan da Melis Danışmend'den "Her Şey Normal" çalıyor. Aklımda ise Mehmet Pişkin. Dün gece, uyumadan önce, veda videosunu izledim. Saniyeler geçtikçe tüylerim diken diken oldu; anlattıkları o kadar bizden şeylerdi ki, hepimizin hayatında en az bir kere düşünmüş olduğu şeyler...Bir ara beni anlatıyor galiba dedim. Hayatımın en karanlık günlerinde yaşadıklarımı anlatıyor sanki. Sonra aklıma başka bir şey geldi: 2 yıl olacak yakında, Jan'ın yanımızdan ayrılışı 2 yıl olacak. O kadar derinlere atmışım ki onu, hatırlamayayım diye, Mehmet Pişkin ile ortaya çıktı yeniden.<br />
Jan Erasmus ile Almanya'dan Ankara'ya gelen bir öğrenciydi. Aramızdaki en neşeli insanlardan biriydi. Ben hayatımın en kötü dönemini yaşarken onun gülen yüzü her seferinde beni neşelendirmeye yeterdi. Çoraplarımla dalga geçip: "Elvin, bu çorapları nerden buluyorsun böyle? Her seferinde hayran kalıyorum sana." derdi. Hiçbir zaman mutsuz görmedim onu, hep gülerdi... Noel zamanında herkes evlerine gitti, sonra da malum vize ve final zamanları oldu. Jan'ı aralıktan sonra göremedim. Bir gece, şubat ayındaydı galiba, telefonuma bir mesaj geldi: "Jan canına kıymış." diye. Önce uykulu olduğum için rüya görüyorum sandım, sonra da şaka olduğunu düşündüm. Meğer bizim "neşeli" Jan'ımız büyük bir depresyon içindeymiş ve hiçbirimiz farketmemişiz. Sadece 2-3 arkadaşımız durumdan haberdarlarmış ve malesef kimseye haber vermemişler. Hala anlayamıyorum niye! Belki yardımımız dokunabilirdi, belki daha erken doktora gidebilirdi, belki... Ailesinin tüm yardımlarına rağmen bir gün annesinin yokluğundan faydalanıp arabayı alıp köprüden atlamış. O kadar zor geliyor ki şu an bunları yazmak. Hayatımın en kötü dönemi demiştim az önce o dönem için. Benim için gittikçe daha kötü oldu bu dönem, bu nedenle Jan'ı zihnimin derinliklerine gömdüm ve "kendimce önemli problemlere" kafa yordum. Halbuki ölümün olduğu dünyada başka ne önemli olabilir ki? Değil mi? O zamanlar kendimi ne zaman kötü hissetsem, aklıma hep Jan geliyordu. Arkasında bıraktıkları...<br />
O kadar üzgünüm ki seni fark edemediğimiz için Jan. Kendimi asla affetmeyeceğim. Ne zaman bu kadar kör olabildik? Ya da sen nasıl o kadar güzel saklayabildin her şeyi? Keşke bir kere daha görebilseydim seni. Keşke aramızda olsaydın. Keşke, keşke,keşke...<br />
İçimde koca bir boşluk var. Yaklaşık 2 sene öncenin yasını yeni tutmaya başladım, yeni sıra geldi. Ya da yeni idrak edebildim...<br />
<br />
Umarım gittiğin yerde huzuru bulmuşsunuzdur Jan ve Mehmet!elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-41782968576068105442014-09-27T20:58:00.000+02:002014-09-27T20:58:28.353+02:00Rest in peace OZ... Hamburg'un her yerinde gülen surat var. Bu seneye kadar hiç dikkat etmemiştim. Halbuki her yerinde, istisnasız her yerinde bu 'smiley'; iki nokta ve parantez aç [ :) ].<br />
<div>
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiOrAkKcj9XO9iz16-a2icDAEELdVIghkNJT71k6Z4vCIqBIr_gOBVp0vLWzG4-UkWN5LdPqJst4fKLrg-o-Nu96jOYAOLgQJTt5680_qfCfaa544iimEErZPI-eBeUat4e_YDBXHgk6yo/s1600/IMG_3073.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiOrAkKcj9XO9iz16-a2icDAEELdVIghkNJT71k6Z4vCIqBIr_gOBVp0vLWzG4-UkWN5LdPqJst4fKLrg-o-Nu96jOYAOLgQJTt5680_qfCfaa544iimEErZPI-eBeUat4e_YDBXHgk6yo/s1600/IMG_3073.JPG" height="320" width="240" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Temmuz ayıydı galiba, bu sene... Evimin arkasındaki bir galeriye gittik Moritz ile. "Nasıl yani Elvin?! OZM evinin arkasında ve sen bunu bilmiyor musun?!" diye şoke olmuş şekilde sormuştu bana. Ben de saf saf "Iıı, yani, evet." demiştim. Galeriye girdik, birbirinden farklı bir sürü şey sergileniyordu, belli bir teması yoktu ama ilgimi çok çekmişti. Konuştukça bu galerinin kendine OZ adını vermiş bir graffiticiye ait olduğunu öğrendim. OZ, yani Walter Josef Fischer, 64 yaşında Hamburglular tarafından tapılan bir adammış. Graffiti yapmasının nedeni, kendine göre, şehri güzelleştirmekmiş. Her yerde olabileceği gibi bu "güzelleştirme" Hamburg belediyesinin hiç hoşuna gitmemiş, ödemek zorunda bırakıldığı cezaların yanı sıra bir de 22 ay hapis yatmış. Yine de "tag"lerini yapmaktan asla vazgeçmemiş. Galeriyi gezdikten sonra küçücük bir odada ona ait başka graffitiler de gördük. Moritz bir heyecanla bana ne anlama geldiklerini, nasıl yapıldıklarını anlattı, galeriden ayrılmadan önce de kısaca OZ ile tanıştırdı beni. Çok tatlı ve güler yüzlü biriydi. Galeriden çıktıktan sonra, algıda seçicilik olsa gerek, her yerde "gülüşünü" gördüm. 2002 yılında 12000 "smiley" varmış Hamburg'da. şu an ne kadar vardır hiçbir fikrim yok.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Dün haberlere bakarken, tesadüfen, "Ünlü graffitici ölü bulundu!" başlığına denk geldim. Hemen tıklayıp okumaya başladım. Bizim Hamburg'un sembollerinden biri olan OZ perşembe gecesi tren yolunda ölü bulunmuş. Polis bilgilerine göre kendisi bir yerde spreylerle dolu olan çantası başka bir yerdeymiş, trenin altında kalmış... Sanki çok yakınımdan biri aramızdan ayrılmış gibi hissettim kendimi. İçim nasıl acıdı anlatamam. 64 yaşında ama içi hala çocuk olan bir adam ayrıldı aramızdan. Artık hiçbir "smiley" gülmeyecek. Şu an Hamburg'un bir sürü yerinde iki nokta ve parantez kapa var :( </div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
İyi ki seni tanımışım OZ...</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhS8bP2J69bo40mPQaJv-xshZWTQeRBhm1nksieLWqTL7j_v1rZEhFU6SH7l_1rRyl53xa8xFw2OiAMZL3BT4ZIkf87ewsFzNCMtuSJ6diU14kd-x-fDZUhLix2CKie0H3VP1SQx7Zw8VA/s1600/OZ-wOZu-02-web.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhS8bP2J69bo40mPQaJv-xshZWTQeRBhm1nksieLWqTL7j_v1rZEhFU6SH7l_1rRyl53xa8xFw2OiAMZL3BT4ZIkf87ewsFzNCMtuSJ6diU14kd-x-fDZUhLix2CKie0H3VP1SQx7Zw8VA/s1600/OZ-wOZu-02-web.jpg" height="213" width="320" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div>
<br /></div>
elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-85061781779673552822014-07-06T13:54:00.000+02:002014-07-06T13:54:25.791+02:00Bir edebiyatçının dramıAilem sağ olsun, çocukluğumda kitap okumayı çok güzel aşıladı bana. Her pazar günü herkes elinde gazetesi veya kitabıyla kendi köşesine çekilir saatlerce sessiz bir şekilde kafasını kaldırmadan elindekine konsantre olurdu. Zamanla deli gibi okumaya başladım. Neredeyse her gün bir kitap bitiriyordum, yaşıma göre olan kitapları okumayı bitirip annemle babamın kitaplarını okuduğumu hatırlıyorum. 4. sınıftayken Tarık Akan'ın Anne Kafamda Bit Var'ını okumuştum. "Kızım bu sana göre değil, okumasana şunu." dediklerini dün gibi hatırlıyorum. 5. sınıfta Anne Frank'ın Günlüğü beni çok etkilediği için onunla alakalı bulabildiğim tüm kitapları almıştım.<br />
Almanya'ya taşındığımızda Almanca bilmememe rağmen kütüphaneden dışarı adım atmıyordum. Resimli çocuk kitapları ile başlayıp psikolojik kitaplara kadar her şeyi okumuştum. En sevdiğim yer benim için kütüphaneydi. Sıcak çikolatamı alıp en üst kata oturup onlarca kitabı karıştırıyordum, kütüphanenin kapanış saatine kadar da dışarı adımımı atmıyordum. Kaçınılmaz olarak Alman edebiyatına ilgi duymaya başladım. En sevdiğim hocam Frau Leubner sayesinde Alman Dili ve Edebiyatı'nı okumaya karar verdim. Ne olduysa ondan sonra oldu. Senelerce aralıksız her gün kitap okumamdan mı kaynaklandı yoksa edebiyat okudukça hataları mı görmeye başladığımdan bilmiyorum ama kitap okuyamaz oldum. Ne zaman kitapta ufacık bir hata görsem kitabı bırakmak istiyorum. Nitekim birkaç kitapta da yaptım bunu. Beni en çok irite eden kitap 6.45 yayın evinin Schopenauer'ın Aforizmaları olmuştu. Editörler ne için vardır? Bir kitap basılmadan kontrol edilmez mi? De ve da ekinin ayrılmaması veya e yerine w yazılması normal bir şey mi? İnsanın içinden kitaba devam etmek gelmiyor.<br />
Şu anda gerçekten çok merak ettiğim bir kitaba başladım, aylardır kütüphanemde okumam için beni bekleyen Krikor Zohrab hakkında bir kitap. Yazarın zamanları yanlış kullanması ve sürekli değiştirmesi daha 28. sayfadan ilgimi kaybetmemi sağladı. Çok mu takıntılıyım acaba? Yoksa başkaları da aynı problemi yaşıyor mu? Çeviriler bir yana anadilde yazılmış olan kitaplarda böyle hatalar olması beni gerçekten çok şaşırtıyor. Gerçekten çok üzülüyorum kitaba kendimi veremeyince, bazen bitirmem ayları alıyor, arada başka kitapları okuyorum sonra diğer kitaba dönüyorum yeniden.<br />
Yaklaşık iki senedir 6.45 yayın evinin kitabı odamın bir köşesinde duruyor ve eminim o kitabı bir daha elime almayacağım. Her sayfasında en az 3-4 hatası olan bir kitabı sinirlenmeden okuyamam. Bu nedenle de 6.45 yayın evinden çıkan kitapları başka yayın evi basmışsa onlardan almaya özen gösterir oldum.<br />
Kitabın içeriğinden çok dile önem vermek gerçekten çok yıpratıcı bir şey. Eskiden bir günde okuduğum kitapları aylarca bitiremem çok acı verici. Hele ki ders için okumam gerekirse tam bir ıstırap oluyor.<br />
<br />
Umarım bunu bir tek düşünen ben değilimdir, yoksa kendime deli demeye başlayacağım iyice. Sonuçta bir insan bu kadar da takıntılı olamaz değil mi?elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-48548939897164429982014-07-05T22:38:00.000+02:002014-07-05T22:38:55.163+02:00Time goes by fastDün değil miydi Almanya'ya taşınışımız? Aspendos'ta Pagliacci konserinden sonra deli gibi ağlayıp arkadaşlarımla -gereksiz yere erkenden- vedalaşmamış mıydım? Almanca öğreneceğiz diye babamla Tömer'e gidip, eve döndüğümüzde Cnbc-e'den kaydettiğimiz Heidi'yi izlemiyor muyduk? İlk ezberlediğim kelime ungefähr idi. Dün gibi hatırlıyorum mesela post-ite yazıdığımı bu kelimeyi. Hayatımın en kalın kabanını alışımı...<br />
Nasıl oldu da 11 sene geçti üstünden? Hangi ara? Uyuyup uyandım mı? Rüya mı gördüm? Zaman nasıl bu kadar çabuk geçebiliyor? Okuma yazma bilmeyen Eray'dan Almanca öğrenirken şimdi yüksek lisansımı Alman edebiyatı üstüne yapıyorum.<br />
Mezun olalı bir sene olmuş. Hamburg'a taşınalı bir sene olacak... 2. dönemim bitiyor haftaya. Hayatımızı yeterince yaşayamadan, salak salak sorunlarla uğraşıyorken zaman bizi beklemiyor, geçip gidiyor. Minikler büyüyor, büyükler hayatımızdan çıkıp gidiyor. Biz napıyoruz? HİÇBİR ŞEY! Ölümsüz müyüz peki? Dünya'yı "yönetirken" unuttuğumuz nadir(!) şeylerden biri ölümlü olmamız. Her zaman "Daha dikkatli olacağım, şu şu şu kişilere daha vakit ayıracağım." desem de hiçbir zaman öyle olmuyor. Senelerdir görüşmeyi planladığım ama görüşemediğim arkadaşlarım var. Gitmek istediğim ama "Off yarın giderim yaa." dediğim müzeler, sergiler var.<br />
<br />
Daha çok yazmak isterdim ama şu an arkadaşlar aradı ve bekletmeye hiç niyetim yok: Sonuçta zamanı boşa harcamamak lazım :*elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-52371073460481561592014-04-25T22:40:00.002+02:002014-04-25T22:40:52.462+02:00Hayata Dönüş veya Anılar?Niye bilmiyorum insan her şey yolunda giderken niye eve kapatır kendini? Aylarca gayet iyi olmama rağmen evden çıkmak istemedim. Galiba son iki senenin vermiş olduğu yorgunluktan dolayı. 2012 Erasmus diye diye her gece dışarda geçti, 2013 ise Hacettepe'deki Erasmus öğrencileri ile ve mezuniyet koşturması ile geçti. İnsan farkına varmadan yoruluyor. Bir süre bir şey yapmak istemiyor, ben hep uyuyayım moduna giriyorsun. <div>
<br /></div>
<div>
Havaların ısınması ve hayatımdaki birkaç değişiklikten sonra ancak kendime gelebildim. Mal mısın yavrum, Hamburg'a gelmişsin niye çıkıp gezmiyorsun?! derken yakaladım kendimi. Havalar da şansıma tam zamanında düzeldi. Evimin yeri muhteşem; kapıdan çıktığın anda tüm cafelerin ve barların olduğu sokağa adımını atıyorsun. Komşularım dünyanın en tatlıları galiba. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Önce Fazıl Say konseri ile başladık. Brezilya'dan dönen ev arkadaşımıza konser biletini hoş geldin hediyesi olarak verdik. Ben zaten aylardır "Allahımmmmm nolur Fazıl Say gelsin." diye öldüğüm için uçarak gittim Laeiszhalle'ye. Yerlerimiz aşırı iyiydi şansımıza. Önce Paavo Järvi 'Die Deutsche Kammerphilharmonie Bremen' sonra Fazıl Say'a doyduk. Tüm salon mest olmuş bir şekilde Fazıl Say'a ve parmaklarına dikkat kesildik. Takım elbiseleri içinde yaşlı amca ve teyzeler balkondan daha iyi görebilmek için tüm konseri ayakta izlediler. Efsanevi bir atmosferdi. Türkiye'de olsa en az bir kere birinin cep telefonu çalardı :D Olmazsa olmazlardandır. 3. biste "Black Earth"ü çalarak hepimizi ağlattı. Konserden çıktığımızda nasıl bir ruh hali içindeydim gerçekten anlatamam. Ama konser sırasında kah ağladım, kah bazı anıları hatırlayıp güldüm. </div>
<div>
Beni en etkileyen şeylerden biri, tabi her konser gibi, sahne arkasında değil de seyirci olarak orda bulunmamdı. Her ne kadar çocuk olarak o sahne tozunu yutmuş olsam da içimdeki müzik aşkı bir türlü bitmiyor. Hala içeride bir yerlerde bir şeyler acıyor, ben müzikle ilgilenmeliydim, ben orada olmalıydım diyorum. Sonra hatıralar canlanıyor. Cumartesi günlerini nasıl iple çektiğimizi, o parçaları ezberlemek için nasıl çabaladığımızı, Özel İdare Binasındaki asansöre binmeyip 10 katı şarkı söyleyerek indiğimizi, operadan hoşlandıklarımızı seçip dedikodularını yapışımızı, her öğle arasında zeytinyağlı yaprak sarması ve mozaik pasta alışımızı... Pagliacci için hafta içi gece 10lara kadar çalıştığımızı, o meşhur OGNUN kısmını söyleyebilmemiz için bir taraflarımızı yırtışımızı ve Aspendos Festivali için çağırılışımızı; hep bunlar canlanıyor işte kafamda. İçim hüzünle doluyor, sonra da 'Sen bunları yaşadın Elvin, niye üzülüyorsun ki? Çok güzel zamanlar geçirdin, en yakın arkadaşlarını, ikinci anneni orada edindin.' diyorum. </div>
<div>
Seneler geçti, ben defalarca ülke değiştirdim ama hiçbir arkadaşımdan kopmadım desem yeridir. Resim ve bale de önemliydi benim için ama opera aşktı, aile demekti. </div>
<div>
Esra hocam önce öğretmenim oldu, sonra ablam, sonra annem, sonra arkadaşım ve sırdaşım. Hayatımda yeri doldurulamayacak nadir insanlardan biri benim için, candan öte diyebileceğim biri... </div>
<div>
İlerde çocuğum olursa kesinlikle böyle bir ortama girmesini çok isterim. Şu satırları yazarken bile gözlerim doluyor, geçmişe gitmek istiyorum. Pırıl hocanın sahne arkasında Pagliacci temsiline çıkmadan: "Elvinimmm kedim masanın üstündeki bütün lokumları yemiş, biliyor musun?" deyişini tekrar tekrar duymak istiyorum. "Hocammmm biz niye beyaz mayo giyerken Burcular siyah giyiyor?" sorusuna "Çünkü onlar sizden büyük" cevabını alıp sinirlenmek istiyorum. Mahir hocanın saçları niye bu kadar erken beyazlamış diye düşünmek istiyorum. Kerem ile sen evlatlık mısın diye dalga geçmek istiyorum (evet çok gaddardık da). Mary hocanın türkçesine gülmek istiyorum...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
O kadar çok şey yazmak istiyorum ki... Konumdan saptığımı da biliyorum ama hiçbir şeyi değiştirmeyeceğim. Bilen bilir; yazılarımı okumayı veya yazılarımın bana okunmasını hiç sevmem... Bu seferlik kusura bakmayın, adeta günlüğe çevirdim bloğu.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
İYİ Kİ VARSINIZ...</div>
elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-19325906729949810122014-04-14T20:21:00.000+02:002014-04-14T20:21:02.952+02:00Long distance relationshitİlişkidir yani, güzel gitmeyebilir; hele uzaktan ilişkiyse bok gibi de gidebilir. Ama bu insanın ödlek olup karşıdaki ile konuşmasını niye engeller ki? Karşıdaki çok mu kızacaktır? Lanet olsun sana, allah belanı versin vs. mi diyecektir? Desin. En azından sana ödlek demez arkadaşım. Kalkıp ben seni asla üzmek istemem derken birden mesajlarına cevap vermiyorsan, görüntülü konuşma yaparken susuyorsan veya hiç oralı olmuyorsan zaten üzüyorsun demektir. Ha bir de "Bilmiyorum, hiç bilmiyorum. Tatlım kafam karışık." lafları. E siktir git o zaman? Pardon şiir ol git. Seni tutan mı var?<br />
<br />
İlişki sadece bir taraf istiyor diye sürdürülür mü? "Ben gelemem böyle bir ilişkiye." diye başlayan laflar zaten ilişkinin bittiğini göstermez mi? Sonra özür dilemenin ne anlamı var? Bir lafı söylerken işte bu yüzden dikkat etmek gerekir, karşıdaki affeder ama unutamaz, hele de hayal kırıklığıysa!<br />
<br />
Hayal kırıklığından daha kötü ne olabilir ki? Öfke, sinir, stres, üzüntü hepsi geçer ama hayal kırıklığı çok zor unutulur. Zaten hayatının son dönemi ilişkiler bakımından hayal kırıklığı ile dolan birinin yanında istediği kişi profili ona sahip çıkabilecek, onun yanında olabilecek biridir. En ufak şeylerde bile kaçan biri değildir!<br />
<br />
E o zaman ben kedi alır onla aşk yaşarım, konuşmadan anlaşacaksak hani... Ve 4 ay. 4 ay nedir ki? Hiçbir şey...<br />
<br />
Yazık, çok yazık...elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-77013207888789299412014-03-11T19:00:00.000+01:002014-03-11T22:44:31.017+01:00Kara Kaşlı Çocuk; BerkinBugün 15 yaşındaki UMUDUMUZ, BERKİNİMİZ 269 gündür komadan tutunduğu hayata gözlerini yumdu.<br />
Türkiye olarak son birkaç aydır iyi bir güne uyanmanın nasıl bir şey olduğunu unutmuştuk zaten, ama bugün çok farklı oldu. Yolsuzluklar, tapeler veya başka şeyler gibi değildi kötü başlangıç, bugün aylardır, 269 gündür uyanmasını beklediğimiz Berkin'i kaybettiğimizi öğrendik sabah 7'de.<br />
Berkin'i tanımadan kardeşimiz, dostumuz, çocuğumuz kabul ettik. O bizim Lobna'dan sonraki umudumuz oldu. Dua etmeyenlerimiz bile günlerce, haftalarca, aylarca Berkin uyansın diye dua etti. Herkes kendi çapında bir şeyler yapmaya çalıştı. Herkes derken, lütfen! DUYARLI OLAN HERKES.<br />
"Başbakanımız" ve yalakalarından kesinlikle söz etmek istemiyorum bu yazıda, zira söz etmeye kalkarsam benden bir daha hiçbir zaman duyamayacağınız şeyler duyabilirsiniz.<br />
<br />
Bugün, malesef Türkiye'de olamadığım için, Hamburg Konsolosluğu'nun önünde yapılacak olan eyleme gittim. Elimde bir somon ekmekle... Sayı olarak çok fazla olmasak da kendi çapımızda bir şeyler yapmak, insanları bilgilendirmek istedik. Ancak hoşuma gitmeyen birkaç nokta oldu. Berkin'i anmak için herhangi bir partiye veya örgüte üye olmaya veya bir şeyleri desteklemeye gerek yoktur. Berkin bizim çocuğumuz, umudumuzdu ve onu kaybettik. İnsanlığımız onu anmamıza yetmeli. Konsolosluğun önünde Apo bayrakları vardı. Konumuz çocuk katilleriydi değil mi? Peki Apo bayraklarının orada işi ne?! Ya da şöyle sorayım: Herhangi bir bayrağın orada işi ne? Olay illa ki Apo değil tabi. O kısma girersek konu çok dağılır zaten, gerek de yok. Sadece "Berkin'in katili faşişt T.C. devletidir." denmemelidir. "Polise o emri ben verdim." diyen adam için Türkiye Cumhuriyeti Devletini'nin adı kesinlikle bu tarz sloganlarla anılmamalı. Elma ile armutu lütfen ama lütfen birbirinden ayıralım. Farklı eylemler başka zaman yapılabilir. Bir çocuğun vefatını, katledilişinin yasını tutmak için hangi dinden, hangi devletten olursa olsun insanların kol kola girebildiği bir gün olsun bugün.<br />
<br />
Berkin öldü. Berkin öldürüldü ve katil(ler)i belli!<br />
<br />
Artık evinizde oturmayın, yalvarırım kalkın ve tepkinizi gösterin. Sokaklara çıkın, çocuklarınıza öğretin. Konsolosluk'taki kız gibi: "E zaten öldü, biz niye burdayız ki?!" diyen bir evladınız olmasın! Oy verin, oy vermeyi öğütleyin, oy vermeyi öğretin. Bir oyun ne kadar önemli olduğunun farkına varın! Daha kaç kişinin canının yanmasını, öldürülmesini bekliyorsunuz?! Bu ülke bizlere emanet, ona şimdi sahip çıkmayacaksak ne zaman çıkacağız?!<br />
<br />
<br />
OY VERİN! UYANIN! UNUTTURMAYIN!!!<br />
<br />
UNUTURSAK KALBİMİZ KURUSUN!!!!!!<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgkudCwhO81bMphq_u20Ry-gW4Hu-Ckt_ayAq3SN93vKsUa7uh90O3BWu5EJjTWyngr78yEgKqF9HZ1pZTI-pti5_vgzvp95Aa-3TGT2xrnAMU94wtvAiTqDAu53foWM23X4NuBJ_S5e_I/s1600/berkkin.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgkudCwhO81bMphq_u20Ry-gW4Hu-Ckt_ayAq3SN93vKsUa7uh90O3BWu5EJjTWyngr78yEgKqF9HZ1pZTI-pti5_vgzvp95Aa-3TGT2xrnAMU94wtvAiTqDAu53foWM23X4NuBJ_S5e_I/s1600/berkkin.jpg" height="320" width="240" /></a></div>
<br />elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-12960285390161159932014-01-22T00:01:00.001+01:002014-03-11T00:02:26.447+01:00Sonu Başından Belli Olan "Şeyler" ve TepkilerimizBilirsin, az zaman vardır, bir şey olacağı yoktur veya geleceği yoktur diyelim. Ama merakına yenik düşer ve bir şeylere başlamak istersin. Sonra da "Amaaaaan nolabilir ki?" dersin. Gittikçe daha çok hoşuna gitmeye başlar karşıdaki kişi, zamanının çoğunu onunla geçirirsin. Sonun ne zaman olduğunu bile bile. Sonra da ya bağlanırsın ya da sever veya aşık olursun.<br />
<div>
<br /></div>
<div>
Neredeyse herkesin başına gelmiştir bu. Ya mesafeler ya da karşıdaki kişi yüzünden yürümeyeceğini bilip yine de denemek istemişsinizdir. Çevremde o kadar çok insan var ki, zamanında bunu yaşamış olan. Merak ettiğim bir şey var: Bunu kendimize niye yapıyoruz?! Acı çekmeyi mi seviyoruz? Ya da yalnız olmaktansa hayatımda biri mi olsa diyoruz? Peki o "geçici biri" hayatımızda olmasa, kalıcı insanlar bulabilir miyiz acaba? Sevgi veya aşk olmadan bir ilişki olur mu? Cinsellikten bahsetmiyorum burada, yanlış anlaşılmasın. Arkadaşça vakit geçirilip yine de eğlenilemez mi? Madem geçici bir şey bu daha iyi olmaz mı? Kendimize ne kadar sınırlar koyabiliyoruz veya koymak istiyor muyuz? Yoksa sonuna kadar gittiğimizde bizi ne bekliyor, esas onu mu merak ediyoruz? Zamanla hayatınıza geçici girmiş kişiyi severseniz ne olur peki? </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Ben duyguları ile çok hareket etmiş ve yaralanmış bir insan olarak, artık mantığımı kullanmak istiyorum. İlişkide sınır belirlemek çok zor değil, esas zor olan insanın kendi kafasındaki sınırları belirlemesi. Nerede kendine dur demesi gerektiğini bilmesi... Peki, "Dur bakalım, ben bu adamı sevmeye başladım, olmaz böyle şey; hemen durmam lazım." deyip gerçekten de kendini durdurabilen var mı? Yoksa gerçekten de kendimize laf anlatamıyor muyuz? Kendi içimizde verdiğimiz savaştan dolayı da karşımızdaki insana öfkeleniyoruz. Ne yapabilir ki o aslında? Asıl kızdığımız kişi kendimiziz. Ya itiraf etmekten korktuğumuz için ya da görmezden gelerek daha rahat edeceğimizi düşündüğümüz için kendimize olan öfkemizi, sinirimizi ve hayal kırıklığını, en yakınımızdan çıkartıyoruz. Bu sadece partnerimize olan bir şey değil. Anne, babamız ve arkadaşlarımıza da sık sık yaptığımız bir şey. Peki bunu yaparak, zaten kısıtlı olan vakti, en çok da kendimize zehir etmiş olmuyor muyuz? Gerçekten kendimizi akışına bırakabilir miyiz? Üzüleceğimizi bile bile bazı şeyleri yaşayabilir miyiz? Ya da "Hayır, ben daha fazla üzülemem." deyip güzel şeylerin içine etmeyi mi tercih ederiz? Niye kendimizi, kısıtlı olsa bile, güzel olan bir şeyi yaşamaktan alıkoyarız? Ne zamana kadar kalbimizi pamuklara sarıp saklayabiliriz? Bunu yaptığımızda yaşamış olabilir miyiz peki?</div>
<div>
<br /></div>
<div>
En iyisi kendimizle hesaplaşmak olsa gerek. </div>
elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-63614602528222374652014-01-17T22:48:00.000+01:002014-03-11T00:03:28.362+01:00Ubi Bene İbi PatriaKendini iyi hissettiğin yer evindir derler. Şu anda sunumumu hazırlamam gerekirken niye bunları yazıyorum bilmiyorum. Son iki hafta, sonra bir dönem daha bitiyor. Bu dönem çok hızlı geçmedi mi acaba? İyi de oldu bir bakıma, iyi ki gelmişim buraya. Evimde gibi hissedebildiğim bir yer. Evin ev olmaktan çıkıyorsa eğer kaçacak yerler ararsın mecburen. Almanya da benim her zaman kaçamağım olmuştur. Tatil için bile olsa ne zaman Almanya'ya gelsem: "Oh düzene döndüm" derim. Ben düzene alışık bir insanım, galiba yetiştirilme tarzımla alakalı bir şey. Her zaman çok dakik bir aile olmuşuzdur. Kurallara tapan ve dakikası dakikasına her şeyi planlayan. Çoğu kişinin hoşuna gitmez büyük ihtimal ama kendinizi güvende hissedersiniz ne olacağını bilince.<br />
Hayatınızda farklı şeyler olmaya başladığında (kötü şeylerden bahsediyorum tabi ki) dünyanızın başınıza yıkılması dışında, ki bu çok olağan bir şey, planlar altüst olduğu ve ne yapacağınızı bilemediğiniz için sudan çıkmış balığa dönersiniz. İnsanların sizi terk etmesi mi yoksa yalanlar içinde kalmak mı daha çok koyar, karar veremezsiniz. Bir kişi ile başlar önce her şey, sonra olaylar büyür ve herkes dahil olur, işte o zaman aslında kimseye güvenmemeniz gerektiğini anlarsınız. Bu hayatta güvenebileceğiniz birini arıyorsanız, boşverin. Sadece kendinize güvenebilirsiniz. İnanın bana ne olacağı hiç belli olmaz. Dünyada en güvendiğiniz, belki idol olarak gördüğünüz kişi sizi yerle bir edebilir. İşte o zaman keşke dersiniz. Keşke kelimesinden ne kadar nefret ettiğimi beni tanıyan herkes bilir. Keşke diyeceğime hep iyi ki yapmışım demeyi tercih ederim.<br />
Neyse ne diyorduk; Güvendiğiniz kişiler tek tek hayatınızdan çıkmaya ve size yalan söylemeye başladığında inandığınız her şey değişir. Bulunduğunuz şehir size hep onları hatırlatır, en ufak detaylar bile gözlerinizin dolmasına neden olur. Sonra kaçacak bir yer ararsınız, uzak olmalı, onlardan çok uzak olmalı.<br />
Hamburg'a gelmemin en büyük nedenlerinden biri buydu benim. Ve şimdi iyi ki diyorum, iyi ki çevremdekileri dinleyip gelmişim, belki de kaçmışım. Bazen savaşmak yerine kaçmak gerekir, kendinizi korumak için.<br />
Burası benim evim, artık kendimi Antalya'ya ait hissetmiyorum ve bir daha da oraya gidip yaşayacağımı hiç düşünemiyorum. İnsanın kalbi o şehre girdiği an acır mı? Acırmış, gidene kadar da acıması geçmezmiş.<br />
<br />
Bu yazıyı yazmamın amacı içimdeki duyguları atmak istemem, bir nevi çöpleri toplamak gibi. Psikologlar hep der ya; yazmak en iyi terapidir diye. Belki de doğrudur, neden olmasın. Bir şeyi biliyorum ama zaman her şeyin ilacı değildir. Her şey için zaman gerekir, sadece yaraların iyileşmesine yardımcı olmaz, bunun için kendimiz çabalamalıyız.elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-70939867147307351082014-01-01T16:18:00.000+01:002014-01-01T16:18:10.054+01:00Pembe Gönlüm Sende2013'ü hiç sevmedim ben. Son hafta aklıma geldi, zaten 13 var arkadaşım senede, ne beklersin ki?! Son hafta aklıma gelmesi de nasıl zeki olduğumu gösteriyor bu arada. <div>
Bu sene kalpten gitmediysem hiç gitmem galiba. 2013'ün tabi birkaç iyi yanı da olmadı değil. Erasmus'a Türkiye'ye gelen ve çok yakın arkadaşlarım olan öğrenciler, okulun son döneminde edindiğim muhteşem dostluklar, mezun olmam ve Hamburg'da yüksek lisansa başlamam...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Ama bu saçma sapan sene en güzel şekilde bitti diyebiliriz. Noelde dünya tatlısı kuzenlerim ve yengemin yanında huzurlu bir tatil yaptım. Ne kadar 14-15 sene boyunca düzgün bir şekilde iletişim kuramasak da -dil problemleri diyelim- onlar benim canım, Almanlarım benim... Ailenin yanında olmak gibisi yok, sabahın 10unda kalksan bile o kahvaltı sofrasına oturduğunda, noel ağacını süslediğinde mutlu oluyorsun. E tabi hediyeler de cabası =)</div>
<div>
Noel bitip eve geldikten sonra da, canlarım, direniş arkadaşlarım Miray ve Zülal geldi. Sanki görüşmeye hiç ara vermemişiz gibi, muhteşem bir 3 gün geçirdik. Kah güldük, kah evlere ateşler saldık, kah ağladık, kah sarhoş olduk :D Bazı insanları gördüğün an seversin ve kopamazsın ya, işte onlar da benim için öyle oldular. Geç bulduğum ama BULDUĞUM arkadaşlar. Pembelerimizi giyip efsanevi bir evde 40 yaş üstü eşcinsellerle enteresan ama bir o kadar da eğlenceli bir yılbaşı geçirdik. Hayatımızın ilk havai fişeklerini patlattık. Almanya'da adettenmiş, havai fişeği ateşlerken dilek tutarmış insanlar. E bizden kaçar mı hiç? Bol bol photomatlarda fotoğraf çekildik, euronun ne kadar pahalı olduğundan yakındık, St. Pauli ve Reeperbahn'ı soğuk ve rüzgarılı havadan nefret ederek girdik. "Niye bu sarışınlar ortaya çıkmıyor yaaaaaaaaaa?" ve "Happy new year Hambuuuuuuurg" diye bağırarak sokakları inlettik. Bir de yanımızda "Off Porto çok güzeldi, converse ve deri çeketle kutlamıştık biz geçen yıl yeni yılı, bu ne şimdi?" diyen bir adet Zülal vardı. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
İyi ki geldiniz kızlar, sayenizde 2014'e bomba gibi giriş yaptık =) Rougetteli kahvaltılarımızı, deli gibi çikolata komasına girişlerimizi, fortune cookielerimizi hiç unutmayacağım. Bir Amsterdam olmasa da Hamburg da efsanedir, bunu öğrenmiş olduk.</div>
<div>
Ps: EVİM ÇOK GÜZEL DEĞİL Mİ? =))</div>
elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-5444892255568241672013-12-05T17:25:00.000+01:002013-12-05T17:25:03.606+01:00YabancıKasırga gelecek dediler, çok büyük olacakmış; Fischmarkt su altında kalacak, rüzgarın hızı saatte 140 kmyi bulacakmış ve biz öyle bir günde ne olursa olsun okula gidecekmişiz. Hem de üç saatlik bir ders için!Tanıyanlar bilir, tam bir işkence, hele ki 3 gündür doğru düzgün yataktan çıkmadıysa.<br />
<br />
Enteresan bir şekilde bugün benim için gayet güzel başladı. Kahvemi içebilecek zamanı buldum, mutlu bir şekilde (ironi değil gerçekten mutlu bir şekilde) derse gittim, en sevdiğim kişinin yanına oturdum ve tüm ders boyunca 2. Dünya Savaşı hakkında konuştuk. Yine de bir şeyler eksikti sanki. Ders çıkışı madem XAVER (kasırga -.-) geliyormuş, o zaman hazırlıklı olalım deyip kendimi markete attım, çiseleyen yağmur altında yürümeyi göze alarak.<br />
Sebze yemediğimi farkedip bezelye aldım. Hayatımda ilk defa bezelye yapacağım diye azıcık heyecanlandım. Tatlı reyonlarında baya zaman harcadıktan sonra bezelyelerimle marketi terkettik. Metroyu kaçırdığım için 7 dakika boyunca buz gibi havada S31i beklemeye başladım. O sırada da Paulo Coelho'nun "11 Dakika"sının son sayfasını okudum. Okurken bir çift gözün bana baktığını farkettim. Kitap bittikten sonra kalkıp etrafıma bakındım. Sarı saçlı, gözlüklü, uzun boylu birine ait gözleri gördüm. Hayatımda gördüğüm en tatlı gülümsemeye sahipti o gözler. Aynı trene bindik, inene kadar o gözlerin etkisi altında kaldım. İnerkense mahçup mahçup gülümsediler bana.<br />
<br />
Eve doğru yürürken, deli gibi fırtına da, iyi ki dedim, iyi ki derse gitmişim, iyi ki o metroyu kaçırıp 7 dakika beklemişim.<br />
<br />
Önemli olan bir insanla konuşmak veya birbirine dokunmak değil, esas önemli olan gözlerin birbirine kenetlenmesi, gözlerle anlaşabilmek. İçinizi ısıtabilmesi gözleri ile bile. Hayatımda bir daha hiç görmeyeceğim biri, suratını bile belki yarın unutacağım biri ama gözlerini asla.<br />
Tek üzüldüğüm şey metrodan inerken gidip "Günümü güzelleştirdiğin için teşekkür ederim." diyememiş olmam. <br />
<br />
Elinizde böyle bir şans varken insanların yanında robot bakışlarla geçmek yerine, hafif de olsa gülümseyebilirsiniz. Kimse size deli gözüyle bakmayacaktır, tam tersine birilerinin gününü güzelleştirebilirsiniz.<br />
<br />
Niye yazdım bu minnacık olayı bilmiyorum, sadece içimden geldi, başka da bir nedene gerek yok zaten =)<br />
<br />
Ps: Bezelye efsane oldu ^^elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-47184974479440906392013-11-25T23:07:00.000+01:002013-11-25T23:07:52.103+01:00Erkekler ve FacebookSon birkaç aydır gözlemlediğim üzere erkekler, karşı cinsleri ile istedikleri şekilde bir ilişkiye başlayamazlarsa Facebook'ta arkadaşlıktan çıkarmaya bayılır olmuşlar.<br />
'Sen beni istemiyor musun? BEN SENİ HİÇ İSTEMEM'. Sil, sil, sil; çabuuk Facebook'tan sil kızı, abi modundanlar. Komik misiniz acaba? Gerçekten de kızların aşırı umrunda onları silmeniz. 'Nasıl olur da beni silebilir, beni, beni, Bihterini' falan diye gözleri çıkana kadar ağlıyorlar =(<br />
<br />
En komiği de önce silenler sonra özür dileyip geri ekleyenler ve sonra yine silenler derneğine üye olan sorunlu insanlar =( Napacağız onları? Karşılarına geçip kafamı iki yana sallamak istiyorum. Ancak bu yapılabilir çünkü. Her şeyi geçtim bir de 'Kendine iyi bak, seni arkadaşlık listemden çıkartıyorum, numaranı da siliyorum, arkadaş olmamızın bir anlamı yok çünkü.' yazanlar var... Bu ne allah aşkına?! Numara silme ne be :D Bir şey demiyorum artık, neler düşündüğümü sizin hayal gücünüze bırakıyorum.<br />
<br />
Aaa birinci sırayı tabi ki durduk yere küsen, aramalarınıza cevap vermeyen ve sizden kaçan insanlara vermek istiyorum. Ulan önce niye küstüğünü söyle bari, hayır merak ediyoruz falan.<br />
<br />
Facebook'tan silmeyi geçelim bir de rahatsız edenler var sürekli. Buluşmuşsunuz adamla, sıkıntıdan ölmüşsünüz, hatta o kadar sıkılmışsınız ki bir arkadaşınızı arayıp kalk kurtar beni demişsiniz. Ama adam hala anlamamış, bir de siz arkadaşınızla buluşunca bile sizden ayrılmamış. Sonra da kalkıp 7/24 Facebook'tan: 'Naber? Yarın napıyorsun?' deyip milyon tane video gönderir.<br />
<br />
Gerçekten çok garipsiniz arkadaşlar, gerçekten...<br />
<br />elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-30875601965137294102013-11-01T13:18:00.000+01:002013-11-01T13:18:02.083+01:00Ölüm ve KeşkelerHayatımızda bazı zamanlar olur ve o zamanların çoğu keşkeler ile doludur. Keşke şunu yapsaydın, keşke bunu deseydim.<br />
<br />
Bende ise "keşke zamanları" ölümlerle birlikte gelir hep. Ölümden daha ciddi bir şey var mıdır ki? Bir varken bir yoksun, sonrası koca bir boşluk, bilinmezlik.<br />
<br />
Şu ana kadar yaptıklarımdan pişmanlık duyduğum oldu mu? Hatırlamıyorum. Benim pişmanlık duyduğum şeyler keşke yapsaydım dediklerim olmuştur hep. Pişman olacak bile olsam denemiş olurdum en azından.<br />
<br />
Daha önce de yazmıştım:<br />
- Keşke anneannemle daha çok zaman geçirseydim.<br />
- Keşke dedemin hikayelerini dinleyebilseydim.<br />
- Keşke büyükannemin pamuk ellerini daha çok öpebilseydim.<br />
- Keşke Baha amcama yetişebilseydim.<br />
- Keşke Şevket hocama resim yapışıma karışıyor diye kızmasaydım ve ondan daha çok şey öğrenebilseydim.<br />
- Keşke Adnan amcamı görebilseydim.<br />
- Keşke, sıkıntılarımı, bencil olmayı bir kenara bırakıp, Gülsen yengemi görmeye gitseydim.<br />
<br />
Bugün sabah öğrendim vefat ettiğini Gülsen yengecim. Her ne kadar senelerdir görememiş olsam da telefondaki: "Eloşum seni çok özledim, canım benim." demeni hiç unutmayacağım. Çok ama çok üzülüyorum inan seni göremediğim için. Eminim huzur içinde olacaksın, Naci amcam ile birlikte.<br />
<br />
Özellikteyken insan "ailesinden" uzaktayken (aile... aile nedir ki?) böyle haber alması çok daha zor oluyor. Birden kafasına dank ediyor insanın sevdiklerinin gidebileceği. Ya anneme bir şey olursa? Ya babama, ya da başka birine? Sonra her lanet olası iğrenç yaşanmışlıkları bir kenara atıp onlara sıkıca sarılıp, ne olursa olsun seni çok seviyorum demek istiyorsun. Yine de yapamıyorsun, sarılamıyorsun, affedemiyorsun. Sadece üzülüyorsun, birkaç damla yaş dökülüyor gözlerinden. Ve keşke diyeceğime yapsaydım demen bile yeterli olmuyor...<br />
<br />
Yine de, ne olursa olsun, gerçekten çok seviyorum sizi. elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6477867161215475338.post-8795045193355846112013-10-25T15:21:00.000+02:002014-01-21T17:28:41.809+01:00Pembe Pijamalı KızUzun zaman oldu, çooooook uzun zaman oldu. Yazamadım, elim gitmedi bir türlü bloğa, niye bilmiyorum; galiba insanın kafası çok meşgul olunca hiçbir şey düşünemiyor.<br />
<br />
Kısaca özetlemek gerekirse; Hacettepe'den mezun oldum, DAAD-TEV bursunu kazanıp Erasmus yaptığım Hamburg Üniversitesi'ne geldim.<br />
<br />
Bilen bilir içimde inanılmaz bir Hamburg aşkı var. Bir ara her ne kadar birkaç şehir arasında gidip gelmiş olsam da beni çok iyi tanıyanlar en başından beri Hamburg'u seçeceğimi söylüyorlardı. Tebrikler, haklı çıktınız =)<br />
<br />
Bu kalbim kadar temiz yazıyı müthiş temizlikteki, şirin odamdan yazıyorum size. Müthiş temizlik dememin sebebi ise daha yeni temizlemiş olmam. İlk defa evde kalıyorum malum (Erasmusu saymaya gerek yok; yurtta haftada iki kere temizlik yapılıyordu, kaldığım diğer evdeyse manevi annem her şeyden sorumluydu) bu sayede bir evin 2-3 saat içinde bile nasıl berbat bir hale gelebildiğini görmüş oldum. Ha çözebildim mi? Tabi ki hayır. TOZ! Şu üç harf ve bir heceden oluşan kelime resmen ömrümü yiyor. 10 dakikada bir toz alsam yeterli olmayacakmış gibi resmen =(<br />
<br />
İlk misafirlerimi ağırladım bile evimde. Her ne kadar oturma odamız olmasa da dünya tatlısı bir mutfağımız var ve ben o mutfakta, tek başıma olmadıkça, yemek yapmaya bayılıyorum. Enver Can Çilingir arkadaşımızın dediğinin aksine evden şu ana kadar sakat çıkmadı!<br />
<br />
Tam Hamburg'a bir şeyler oldu; hava 20 derece ve güneş var yazacaktım ki yağmur yağmaya başladı. Merhaba Hamburg havası, özletmiştin kendini(!)<br />
<br />
Camdan dışarı bakınca Hertz kulesini görmek ise büyük bir şey. Odamın manzarasına gel arkadaş! Evin yeri ise okula bir durak uzaklıkta ve bana kalırsa Hamburg'un en eğlenceli ve güzel semtinde (Schanze'de) yaşıyorum. Bu sefer Erasmustaki gibi zorluk çekmeyip aramalarımın ikinci gününde buldum evi. ENTERESAN değil mi?<br />
<br />
Bu arada niye kimse beni: 'Master da nedir, kızım sıkılmadın mı okumaktan?!' diye uyarmadı. Ne biçim dersler alıyorum haberiniz var mı =( Dersin adı bile 2-3 satır sürüyor!<br />
<br />
Şansıma hiçbir arkadaşım Hamburg'dan gitmemiş, hepsi ya mastera başlamışlar ya da lisansa devam ediyorlar.<br />
<br />
Havaalanına indiğim an sanki buradan hiç gitmemişim gibi hissettim. Laura bile 1 senenin geçtiğine inanamadı. Her şey o kadar doğal geldi ki. Sadece eve giderken metroda limanı görünce bir heyecan kapladı içimi 'HAMBURG'DASIN YAAAAA!' diye çığlık attım içimden.<br />
<br />
Galiba uzun bir süre Türkiye'ye gitmeyeceğim. Bu kadar Türkiye bana yetmiş sanki... Gelmek isteyen herkese kapım açıktır, böyl biline...<br />
<br />
Bu arada ben bu sene sadece bir kez denize girdim biliyor musunuz =(<br />
<br />
Ah bir de, dün The Wall'un filmini izlememiş biri ile tanıştım. OH MY GOD (Janice tarzında).<br />
Gözlerinizden öperim ^^elvinhttp://www.blogger.com/profile/15697283681181347277noreply@blogger.com0