23 Mart 2012 Cuma

Sondan Sonra...

Salı günü bir arkadaşımla buluştum, ayın 22sinde Emre Kınay ve Ahu Türkpençe'nin oynadığı "Sondan Sonra" varmış, gidelim mi dedi. Ben de süper olur dedim.
Dün bir heyecan koştur koştuk gittik -oyun ücretsiz olduğu için malesef sıraya girmek gerekiyor Atatürk Kültür Merkezi'nin bahçesinde. İçeriye girmeye gerek kalmadan gecenin zor geçeceği kalabalıktan belli oluyordu. Aspendos salonunun kaç kişilik kapasitesi olduğunu tam olarak hatırlamıyorum ama tıklım tıklımdı yerlerde oturanlari ayakta duranlar vs. Oyun başlamadan önce telefonlarımızı sessize almamız ve fotoğraf çekeceksek ilk 5 dk içerisinde çekmemiz gerektiğini anons ettiler.
Buraya kadar normal değil mi her şey. Ama birilerinin telefonunu sessize almayacağını herkes adı gibi bilir. Ben hayatımda şimdiye kadar belki bir gösteride telefon sesi duymamışımdır (bir ne demek allah aşkınıza?!).

Bu arada oyun 2 kişilik, başta da belirttiğim gibi Emre Kınay ve Ahu Türkpençe sahneliyor Sondan Sonra'yı.
İngiliz yazar Dennis Kelly'nin kaleme aldığı eserde, 11 Eylül sonrası hastalıklı bir aşk üzerinden, 'güç ve iktidar' ilişkisi sert bir dille irdeleniyor.

Malum 2 kişilik bie oyun olduğu için de oldukça konsantrasyon gerektiriyor. Oyunun 2. dakikasında galiba ilk zil sesi geldi. Pek bir laf söylenmedi -olur sonuçta böyle "kazalar". 5 dk geçtikten sonra fotoğraf makinalarının flaşlar patlamaya devam etti. 10.-15.20. dk derken en fazla 5 dk aralıklarla bir telefon sesi duyuldu, insanlar kendi aralarında konuşmaya başladılar, oyun sahnelenirken gofretin kağını açmaya çalışan bir teyzenin çıkarttığı ses fln derken kimsede kafa kalmadı.

Sonra perde arası verildi. Herkes şikayetçi: "Aaa olur mu kardeşim? Kapasınlar şu telefonları, valla rezillik, terbiyesizler." gibi yakınmalarda bulunuldu. Tam o sırada yer kavgasından dolayı yaşça büyük bir bayan ile lise öğrencisi olduğunu düşündüğümüz bir kız arasında seviyesizce bir tartışma yaşandı. Çok şükür sonunda bir yaralanma falan olmadan 2. perde başladı. Bu perdede kadına olan şiddet ön plandaydı. Mark (Emre Kınay) Louis'e (Ahu Türkpençe) dayak atınca önümüzdeki sırada oturan bir teyzeden beklenmedik bir hareket geldi. Teyze basbas bağırarak: "Kadına şiddete hayır!" dedi. Hayır, güler misin ağlar mısın? Tam o sırada Mark Louis'e elindeki sandalyeyi fırlatmaya yeltenince teyzeden 2. cümle geldi: "Emre hiç yakıştıramadım sana!" Ne Emresi ya?! Mark o teyze Maaaarrrkk!!!
Bu arada telefonlar çalmaya devam ediyor, arada birkaç telefona mesaj geliyor, Samsung markalı olanların şarjları bitiyor fln. Bir ara önümüzdeki bir dede de yanındakine: "Kulağım duymuyor, kulaklığımı unutmuşum." dedi, tahmin edersiniz ki bunu pek de kısık bir sesle söylemedi.

Oyunun sonuna doğru -artık biz sinirden ağlayacakken- kadının teki, sıcaktan bunalmış olmalı ki, elindeki kağıt parçasını yelpaze niyetine kullanmaya başladı. Zaten bu sahnede kısık sesle konuşuluyor, anlamıyoruz bir de zeki(!) hanımefendinin yelpazesi eksikti. Ama bardağı taşıran son damla oyunun son dakikalarında çalan bir telefon oldu: Zil sesi "Apaçi Marşı"!!! Artık orda dayanamayıp sinirden gülmeye başladık.

2 sanatçı da selam vermek için sahneye çıktıktan sonra Emre Kınay dayanamayıp yakınmalarda bulundu, kaldıki selam verirken bile yüzünden düşen bin parçaydı. E adam haklı, kalkmışsın 2 kişilik bir oyun oynuyorsun, sürekli telefon çalarsa, flaşlar patlarsa nasıl konsantre olacaksın?!

Gerçekten çok üzüldüm...

Galiba bazı insanlara gerçekten de nerede nasıl davranılması gerektiğine dair dersler verilmeli. Hatta okullarda bile öğretilsin bu çocuklara. Sonuçta: "Ağaç yaşken eğilir".

Galiba uzun bir süre Antalya'da tiyatroya gitmeyeceğim, yoksa olan yanımdaki insanlara olur...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder